Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - Fikir Paylasimi - Kapitalist Sistemde ÜLKÜCÜLÜK
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

Sayfa: 1, 2  Sonraki »  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 2 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 5:46 am    ileti konusu: Fikir Paylasimi - Kapitalist Sistemde ÜLKÜCÜLÜK Alıntıyla Cevap Gönder

Bozkurt.net Otagi fikirlerin paylasildigi bir Otagdir. Bu kutlu Otag´a kendimizi yetismek icin gelmisiz. Bizlere yol gösteren büyüklerimiz ve baskanlarimiz vardir. Onlarin gözetiminde ve isiginda fikirlerimizi paylasmak saniyoruz ki eksikliklerimizi gidermede bizler icin nimet olacaktir.


Ülküdaslar, bizler Almanya´da sizler ise Vatanimizda veya herhangi baska ülkede hayat mücadelesi veriyorsunuz. Ve dünya gittikce kapitalizme esir olur hale kosuyor. Burada tekrar yarinlarimizi düsünmek gerekir. Bizler Ülkücü olmaya gayret gösterenler olarak kendimizi ve evlatlarimizi gelecege daha iyi hazirlamak durumundayiz. Bu sebeble bir muhasebe yapmak saniriz ki bildiklerimizi tazelemek ve bilmediklerimizi kavramak bakimindan önemlidir.

Kiymetli fikirlerinizi bekliyoruz...

Not; Sadece fikirler tartisacak... Lütfen konudan konuya atlamayalim. Böylesi konu basliklari ile paylasimlarimiz insallah süreklilik arzedecek.

Saygilarimla....
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kaganos
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jan 02, 2005
İletiler: 1034
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 10:46 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Değerli Vuslatım Kardeşim,

Kapitalist sistem artık tüm dünyada geçerliliğini ne yazık ki kabul ettirmiş bir sistem.

İnsanların daha refah , daha zengin yaşamalarına sebep olan bir sistem olduğu için bu sistemden vazgeçilemiyor..

Zaten toplumda bu sistemden yana..

Ancak bu sistemi benimsiyoruz diye..

Örf ve adetlerimizden .. Manevi ve Ahlaki değerlerimizden

taviz vermemeli... bu değerlerimize sımsıkı sarılmalıyız...

Ben bu konudaki bir projemi söylemek istiyorum;

Ne yazık ki ! bazı milli tesislerimiz yabancılara çok ucuza satıldı..

benim milliyetçi işadamlarından ricam ;

biraraya gelip.. bu tesislere niye sahip olmuyorlar...

örneğin yerli firmalar niye ortak olup şu Telekom'u almadılar..

Ayıptır yahu... koç -sabancı ortak olup alacaktı güya ...

sonra açıklama yaptılar ...ortaklığı bozduk dediler...

OYAK Ereğliyi aldı ..ama şimdi ortak olarak ARCELOR'u seçiyor...

Oysa yerli işadamlarımız istedikleri zaman gayet başarılı olabiliyorlar...

Bakınız KİPA örneği...

100 'den fazla işadamının ortaklığı ile kuruldu..

gayette başarılı oldu...

Sonradan ingiliz TESCO'ya satarak, bir çuval inciri berbat ettiler...

Globalleşen bir dünyada tabiiki , özel sermayeye izin vereceksiniz ama

Millete mal olmuş, milli sayılacak tesisler kesinlikle millette kalmalıdır...

ben adı TÜRK telekom olan bir tesisin arapların eline geçmiş olmasını

esefle kınıyorum....

tamam bir otel .. bir turizm işletmesi.. yabancı sermayenin olabilir...

Ama bu ülkenin adını taşıyan bir tesisin... yabancının elinde olması utanç verici.....

Bu ülkenin bu kadar işadamı ,bürokratı, Prof'ları var...

Bu işi çözemiyorlarsa yazıklar olsun.....

Biz memur aklımızla

Bu ülke için en iyisini düşünürken...

Üst düzey yönetimde bulunan ...

Bu şaklabanların niye böyle yaptıklarını düşünüp ...

Kahroluyoruz...

Tek başına MHP iktidarı gerçekleşmezse ,

Diğer partiler ,eski tas eski hamam bu gidişata devam edeceklerdir..

Türk toplumunu yıllardır..

üretmeden hazır yiyen bir toplum haline getirdiler...

Yabancılar..

üretmeyin boşverin! biz size borç veriyoruz işte.. bir güzel yiyin diyorlar..

Biz de bir güzel yiyoruz...

Ama ülkenin ipotek altına alındığını düşünemiyoruz....



Saygılarımla.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 11:26 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Degerli Agabeyim. Insallah burada kirici olmadan fikirlerimizi ve cekincelerimizi ortaya koyacagiz.

Dünya kapitalizme yenik düsüyor diye biz, ettigimiz yeminden vaz mi gececegiz? Ya da kapitalizm ile mücadelemizde yenik mi sayilacagiz?

Herseyin para oldugu bir ortamda sirf güvenin devami icin kapitalden uzak mi duracagiz? Sermaye esittir güc fikrinin iyice kabullendigi günümüzde evine ekmek götürmekle mesgullerin kutlu bir davayi cep harcliklari ile kalkindirmaya gayret etmesi ve bu gayreti sarfeden samimi Ülkücüleri ve onlarin cektikleri zorluklari, bosluklari, aile ve evlatlarina olan bütün düskünlüklerine ragmen yeterlilikleri ve yetersizlikleri biraz masaya yatirmak gerekir.

Yoksa midesi ac olanin beyni de mi ac kaliyor?


Isin diger tarafinda sermaye esittir güc diye inaniliyorsa, ve bizden herhangi bir yerlere gelen önemlilerimiz, hemen Hz. Ömer´in adaletini uygulamak icin onu bulundugu yere getirenlere yüz ceviriyorsa dogru mudur, yanlis midir noktasinda fikirler beyan etmek biz sessiz cogunlugun cigliginin duyulmasina vesile olacaktir.

Hakki oldugu halde sirf Ülkücü diye ihale alamayan Ülküdaslarimiz, kapital sisteme kosan bir dünyada rakipleri ile nasil yarisacak? Veya biraz parasi var diye Ülkücü de olsa vardir altinda bir bit yenigi mantigi Ülkücülerin arasinda dolasmasi normal midir? Kisaca Ülkücü ve para iliskileri?

Ülkücüler, Devletin önemli yerlerine gelince mutlaka Hz. Ömer´in adaletini uygulasinlar. Bundan mutluluk duyariz, tabiki bizim de istegimizdir. Lakin kendi üzerinde saibe uyanmamasi icin de Ülkücünün hakki da yenilmesin...

Evladina verecek harclik bulamayanlarin omuzlarindaki bu dava, gelecege nasil hazirlanmalidir?

Bunun yaninda komunistlere baktiginizda durum degisiktir. Fikirlerine uymasalarda para kaynaklarina ya ulasmislardir ya da aday olmuslardir.

Kutlu bir gelecege daha iyi nasil hazirlanabiliriz, evlatlarimiza kapitale yenilip maneviyati bozulmamis güclü bir Ülkücü Hareketi nasil teslim ederiz noktasinda kendimizi yoklayarak sohbetimize devam edelim insallah...

Saygilarimla...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 12:30 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

KAPİTALİZM



Batı dünyasında feodalizmin çöküşünden bu yana egemen olan ekonomik sistem. Anamalcılık, Sermayecilik, Serbest Piyasa Ekonomisi, Serbest Girişinin Ekonomisi adlarıyla da anılır. Liberal sistem, serbest ticaret, karma ekonomi deyimleri de kapitalizmi belirtir. Kapitalist ekonominin temel özelliği üretim araçlarının büyük çoğunluğunun özel ellerde bulunması ve üretimle gelir bölüşümüne önemli ölçüde piyasaların işleyişinin yön vermesidir.

Kökleri ilkçağa kadar uzanan kapitalizm Ortaçağın sonlarına doğru Avrupa'nın belirli bölgelerinde gelişmeye başladı. Ancak bir sistem olarak yerleşmesi onaltıncı yüzyıldan sonra gerçekleşti. Onaltı, onyedi ve onsekizinci yüzyıllarda İngiliz kumaş sanayisindeki büyüme kapitalizmin gelişimini hızlandırdı. Kapitalizm öncesi sistemlerde üretimin tüketimi aşan bölümünün üretim kapitalitesinin genişletilmesi amacıyla kullanılmasıyla ayrılıyordu. Birçok tarihsel etmen de bu gelişmeyi pekiştirdi. Onaltıncı yüzyıldaki reform hareketinin çabasını aşağılayan geleneksel ahlâkın etkilerini kırarken çok çalışma ve tutumlu olmaya da dini bir temel kazandırdı. Artık ekonomik eşitsizlik zenginlerin de ahlâklı olabileceği gerekçesiyle rahatça savunuluyordu.

Kapitalizmin gelişmesine katkıda bulunan diğer bir etmen de Avrupa'da değerli maden arzındaki artış ve bunun sonuncunda fiyatların yükselmesi oldu. Bu dönemde fiyatlar ücretlerden daha hızlı arttığından enflasyondan en çok sermaye sahipleri yararlandı. İlk kapitalistler (1500-1750) Merkantilist dönemde güçlü ulusal devletlerin ortaya çıkmasında da yararlandılar. Bu devletlerin izlediği ulusal güçlenme politikaları bir örnek para ve hukuk sistemleri gibi iktisadi gelişme için gerekli temel toplumsal şartların oluşmasını ve sonuç olarak ağırlığın devletten özel teşebbüse kaymasını sağladı.

İngiltere'de onsekizinci yüzyılda kapitalist gelişmenin odağı ticaretten sanayiye kaydı. Önceki yıllarda sağlanan sermaye birikimi, Sanâyi Devrimi sırasında teknik bilginin sanayiye uygulanması yolunda kullanıldı. Adam Smith (1723-1790) "Ulusların Zenginliğinin Nedenleri ve Kaynakları Üzerine bir inceleme" adlı eserinde klasik kapitalizmin ideolojisini ortaya koydu. Smith, toplumların gelişmesini Marksist kurama benzer biçimde çeşitli aşamalara ayırıyordu. Buna göre toplumlar avcılık, göçebeliğe dayalı tarım, feodal çiftçilik ve ticari karşılıklı bağımlılık aşamalarından geçerler. Her aşamanın kendine özgü kurumları vardır. Sözgelimi avcılık aşamasında mülkiyet olmadığı için adlî kurumlara gerek yoktu. Ama toplumsal çevrenin büyümesiyle birlikte düzenli orduların yanısıra özel mülkiyetin ve çeşitli ayrıcalıkların korunmasını aracı olarak devlet kurumu gelişti. Böylece daha karmaşık bir örgütlenme ortaya çıktı. Ücretleri loncaların yerine piyasaların belirlediği, özel girişime devletçe konan kısıtlamaların kalktığı son aşama ise sonradan serbest rekabet kapitalizmi olarak adlandırılan "kusursuz özgürlük" aşamasıdır. Bu aşamada bireylerin tutkuları doğrultusunda kendi durumlarını iyileştirmeye yönelik faaliyetlerini toplumsal bakımdan yararlı sonuçlara dönüştüren mekanizma rekabettir. Örneğin bireylerin rekabete dayalı mücadelesi sayesinde malların fiyatları, geçici sapmalar dışında üretim maliyetini denk düşen doğal düzeylerde oluşur. Ulusal servet ise toplumun üç ana sınıfını oluşturan işçiler, toprak sahipleri ve sanayiciler arasında gene ortak yararı en yüksek düzeye çıkarılacak biçiminde ücret rant ve kâr olarak bölüşülür. Dolayısıyla kendi kendine işleyen ve kendini sürekli olarak düzelten piyasa mekanizması devlet müdahalesi olmadan toplumsal düzenliliği sağlar. Bireylerin kendi çıkarları peşinde koşması ulusal zenginliği de artırır. Ekonomideki üretkenlik artışının temeli ise emeğin iş bölümüdür. Bireyler işbölümü sayesinde bir yandan kendi verimliliklerini artırırken aynı zamanda toplumsal üretkenliğin de artmasına katkıda bulunur. Rekabetçi sistemin isleyişini engelleyecek ayrıcalıklara ve devletin müdahalelerine izin verilmediği sürece ulusal zenginlik durmadan büyüyecek, toplum kendiliğinden en iyi noktaya ulaşacaktır.

Fransız Devrimi ve Napoleon Savaşları'nın feodalizmin kalıntılarını silip süpürmesinden sonra Smith'in önerdiği politikalar giderek daha çok uygulamaya konuldu. Ondokuzuncu yüzyılda siyasal liberalizmin başlıca politikaları serbest ticaret, sağlam para (altın standardı), dengeli bütçe ve sosyal yardımların son derece kısıtlı tutulması biçiminde kendini gösteriyordu.

I. Dünya Savaşı kapitalizmin gelişmesinde bir dönüm noktası oldu. Savaştan sonra uluslararası piyasalar daraldı, altın standardının yerini uluslararası para birimi aldı, bankacılık alanında hegemonya Avrupa'dan ABD'ye geçti, Afurika ve Asya ulusları sömürgeciliğe karşı başarılı mücadelelere giriştiler ve dış ticaretin önündeki engellere yenileri eklendi. 1929 Büyük Bunalımı pek çok ülkede devletin ekonomiye karışmamasını öngören kapitalizmin ünlü "bırakınız yapsınlar" politikasına son vererek bir süre kapitalist sistemin geleceğine ilişkin şüpheleri artırdı. Ama II. Dünya Savaşı'ndan sonra Amerika, Avrupa ülkeleri ve Japonya'daki başarısı sistemin yaşama gücünü sürdürdüğünü göstermekle kalmayarak Son yıllarda doğu bloğu ülkelerini de etkileyerek komünizme karşı sürdürdüğü rekabette önemli ölçüde başarı kazandı.

Günümüzde en yaygın ve güçlü ekonomik sistem durumundaki kapitalizm, felsefi temelleri, kuralları, amaçları ve sonuçları bakımından İslâm'ın tam karşısında yer alır. Kapitalizmin temelini maddecilik oluşturur. İnsana öngördüğü biricik amaç maddi zenginliğe ulaşmak ve bunu dilediğince tüketmektir. Bu amaca ulaşmak isteyen bireye sınırsız bir özgürlük tanır. Bu nedenle aşırı ölçüde bireycidir. İnsan ve toplum hayatında belirleyici olarak kabul ettiği tek ilke piyasa şartları ve rekabettir. Fırsatçılık ve acımasızlık ise onun ahlâk kurallarıdır. Hep daha çok kâr yapmaya yönelttiği insanlar tutkuları yönünde hiçbir engelle karşılaşmamalıdır. Bütün bunlar kapitalizmi insanlık dışı bir sistem durumuna götürmüştür. Bireye tanıdığı sınırsız özgürlük ve kabul ettiği "bırakınız yapsınlar" kuralı doğal olarak en çok sermaye sahiplerinin işine yaradığı için büyük kitlelerin yoksullaşmasına, sömürülmesine yol açmıştır. Kapitalistin doymak bilmeyen mülkiyet tutkusu kapitalizmi, sınırlarını aşarak dünya ölçüsünde yayılmaya ve özellikle yoksul ülkelerin doğal kaynaklarını yağmalamaya götürmüştür. Bu nedenle kapitalizm İslâm gözünde zulmün ve sömürünün ortadan kaldırılması gereken başlıca nedenlerinden birisidir.

Buna karsilik...

9 Isik Toplumculuk


Toplumculuk demek : Toplum menfaatinin, toplum varlığının, kişi varlığının üzerinde gözetilmesi demektir. Bu ilke de Türk töresinden kaynağını almaktadır. Türklerin tarih boyu yaşayışlarında daima milletin varlığı, vatanın menfaatleri, devletin menfaatleri ve varlığı kişi varlığının üzerinde, kişi varlığının önünde yer almıştır. Onun için millî doktrin Dokuz Işık'ın toplumculuk ilkesi de bu görüşü ortaya koymak için millî doktrin içinde yer almıştır. Kişiler, toplumun yararını, toplumun yükselmesini, Türk milletinin korunmasını, yükselmesini, yaşatılmasını her şeyin üstünde görecekler ve her hareketi Türk milletine yararlı mı yoksa zararlı mı olur düşüncesiyle değerlendireceklerdir. Bu ilkenin genel anlamda ifadesi budur.

Toplumculuk görüşü başlıca iki bölüme ayrılır. Birincisi : Ekonomik görüşü teşkil eden bölümdür. Diğeri ise sosyal yapıyı ilgilendiren, sosyal görüşü temsil eden bölümdür. Ekonomik görüşümüzü şöylece ifade edebiliriz. Türk milletinin süratle kalkınması, tarımını modern hâle getirmesi ve modern sanayi kurması gerekmektedir. Bize göre Türkiye bir tarım ülkesi olarak kalamaz. Türkiye'nin sadece bir tarım ülkesi olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Buna karşılık Türkiye'yi tarımı ihmal ederek yalnız sanayi ülkesi hâline getirmek de düşünülemez. Bir milletin güçlü olması, bir milletin refahlı ve mutlu olması hem tarımda hem de sanayide dengeli bir şekilde kalkınmış, ilerlemiş bulunmasına bağlıdır. .Bunun için. biz tarıma da en yüksek önemi vereceğiz, sanayileşmeye de en yüksek önemi vereceğiz ve her iki alanda milletimizin süratle ileri gitmesini sağlayacak tedbirleri alacağız. Tarımımızı ilme ve tekniğe dayanan modern bir tarım hâline getireceğiz. Türkiye'mizi süratle sanayileştireceğiz ve her çeşit modern makineleri, fabrikaları, araçları, gereçleri kendi ilim adamlarının, teknisyenlerinin bilgisiyle ve kendi insanlarının el emeğiyle kendi topraklarında kurulmuş fabrikalarda yapabilen bir hale getireceğiz. Ülkemizin kısa zamanda refaha kavuşabilmesi için tarımda ve sanayide modern, standart kitlevî çok üretim sağlamak başlıca hedefimizi teşkil edecektir. Çok üretim ancak Türkiye'yi refahlı yapabilir ve sıkıntılardan kurtarabilir. Bununla beraber, bunlardan ayrılmaz kabul ettiğimiz diğer bir görüş de gerek devlet idaresinde, gerek milletimizi meydana getiren her vatandaşın yaşayışında, tasarrufu hâkim kılmak görüşüdür. Yurdumuzda büyük israflar yapılmaktadır. İsrafların önlenmesi ve her alanda tasarrufa gidilmesi sermaye birikimi sağlamakta ve Türkiye'nin süratle kalkınmasını teminde başvuracağımız tedbirlerden birisi olacaktır. Çok üretim sağlamak, çok ihracatta bulunabilmek ve aynı zamanda tasarrufu hâkim kılan bir yaşayışı memleketimizde yürürlüğe koymak Türkiye'mizin kalkınmasını sağlayacak genel esaslardır. Bunları belirttikten sonra Türk milletinin kalkınması için uygulayacağımız model nedir?

Bu model "Üçlü Esasa Dayanan Karma Ekonomi" modeli olacaktır. Yeni hem özel teşebbüs desteklenecek, yardım görecek hem devlet eliyle kamu yatırımları yapılacak hem de bunlardan başka milletimizin insanlarını sosyal dilimler, gruplar hâlinde, kooperatifler hâlinde, üretim ve tüketim birlikleri hâlinde teşkilâtlandırarak, tasarruf sandıklan kurarak, Meyak gibi, Oyak gibi kuruluşlar meydana getirerek millet eliyle yatırımlar yapılması sağlanacaktır. Özel sektör, kamu sektörü, ve millet sektörü hâlinde Türkiye ekonomisinin tanzimi sağlanacaktır. Türk milletini altı sosyal dilim hâlinde mütalâa etmek mümkündür. Bugün milletimizi meydana getiren insanların yaşayışları, mesleklere bölünmeleri yönünden incelediğimiz zaman % 65'ini teşkil eden kısmının köylü olduğunu, köylerde yaşadığını ve çiftçilikle geçindiğini görmekteyiz. Bunlardan başka sayılan 4,5-5 milyonu bulan bir esnaf kütlesinin bulunduğu da bir gerçektir. Bunun yanı sıra bir memur tabakasını, sayısı bugün 3 milyonu bulan bir işçi grubunu görmekteyiz. Bunlardan başlıca da serbest meslek erbabı dediğimiz bir grup vardır. Avukat gibi, doktor gibi eczacı gibi kendi bilgileri ve emekleriyle serbest olarak çalışan insanlarımızın meydana getirdiği bir grubu görmekteyiz. Bunların yanı sıra bir de iş veren grubu vardır. Bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz. Köylü dilimi, işçi dilimi, esnaf dilimi, memur dilimi, iş veren dilimi, serbest meslek mensupları dilimi. Böylece, Türk toplumunun bugünkü sosyal yapısı itibarıyla 6 sosyal dilimden meydana geldiği görülmektedir.

Dokuz Işık'ın ekonomik görüşüne göre bu 6 sosyal dilimin kendi içerisinde teşkilâtlandırılması gerekmektedir. Kendi içinde bu sosyal dilimin ayrı ayrı bir tasarruf teşkilâtı kurması gerekmektedir. Millî doktrinin görüşüne göre mülkiyet hakkı insanlar için vazgeçilmez, kutsal bir haktır. İnsan tabiatına uygun bir haktır. İnsan kendisinin olan bir şeye sahip çıkar. Kendisinin olan bir şeyi korur, saklar, onun bakımını sağlar. Kendisinin olmayan bir şeyle ilgisi zayıflar veya hiç kalmaz Bunun için milli doktrin Dokuz Işık mülkiyeti insan haklarının vazgeçilmez bir bölümü kabul etmektedir. Fakat mülkiyetin kapitalist sistemde olduğu gibi belirli kimselerin elinde yığılmasına ve mülkiyet hakkının başka kimselerin üzerinde sulta kurmak vasıtası olarak kullanılmasına karşıdır.

Dokuz Işıkçı ekonomik görüş, bir toplumda, o toplumu meydana getiren kişilerin her birinin ayrı ayrı mülkiyet sahibi olması görüşündedir. Onun için millî doktrin mülkiyeti bütün vatandaşlara, halka yaygınlaştırma ilkesini kabul etmiştir. Bu maksatla her sosyal dilim bir tasarruf sandığına, bir tasarruf teşkilâtına, sahip olacaktır. Hisse senetleri vasıtasıyla, kurulan fabrikalar, kurulan tesisler bu tasarrufları yapan vatandaşlarımızın malı olacaktır, mülkü olacaktır. Böylece her vatandaşa mülkiyet hakkı sağlanacak ve mülkiyet yaygınlaştırılmış hâle getirilecektir. Dokuz Işık'ın öngördüğü ekonomik model budur. Bunun yanı sıra Türkiye'nin kalkınması için hızlı, büyük yatırımlara girişmek ihtiyacı vardır. Hızlı büyük yatırımlara girmek ihtiyacı dolayısıyla büyük sermaye birikimine ihtiyaç vardır. Bugün biliyoruz ki Türkiye'de büyük sermaye birikimi şöyle dursun, normal sayılacak bir sermaye birikimi dahi yoktur. O hâlde süratli büyük yatırımları sağlamak için bu büyük sermaye birikimi nasıl sağlanır, nasıl temin edilir? Bunların temini için Dokuz Işık'ın öngördüğü yollar şunlardır:

Birisi millet sektöründe açıklandığı üzere Türk milletinin tasarrufa sevk edilmesi ve bu tasarruf dolayısıyla her vatandaşın sahip olduğu küçük imkânların birleştirilerek büyük sermaye birikimi sağlanması yolu olacaktır. İkincisi halkın kullanılmayan emeğinin kullanılması. Halk enerjisinin seferber edilmesi yoluna başvurulacaktır..... Biliyoruz ki insan emeği zamana bağımlı olarak değerlendirilmedikçe, zaman aşımıyla muhafazası, depolanması ve gerektiği zaman kullanılması mümkün olmayan bir varlıktır. Bu sebepten insan emeğini zamanında, ilmi şekilde, randımanlı şekilde değerlendirmek gerekmektedir.

Bunun yanı sıra Türkiye'nin kalkınmasını sağlamada öncelikler tayin etmek zorunluluğuyla karşı karşıyayız. Bugüne kadar Türkiye'yi idare eden iktidarlar, bu öncelikler tayininde yanılmışlardır veyahut da öncelik tayinini düşünememişlerdir. Türkiye'nin bir an önce kalkınması, refaha kavuşması, güçlü hâle gelmesi her şeyden önce onun modern sanayie sahip olması, modern tarıma sahip olmasıyla mümkündür. O hâlde yatırımları öncelikle bunu sağlamaya yöneltmek lâzımdır. Süratle Türkiye'nin bütün tarımını teşkilâtlandırmak, modern hâle getirmek ve Türkiye'yi süratle sanayileştirmek yönüne yatırımları yoğunlaştırmak lâzımdır. Buna katkıda bulunmayan alanlara yatırım yapmak doğru değildir. Bunları daha sonraya bırakmak lâzımdır. Misal ne olabilir? Misal; süslü binalar yapmak, opera binaları yapmak, kapalı spor salonları yapmak gibi faaliyetlerdir. Bunu söylemekle spor faaliyetlerine karşı olduğumuz veyahut sanat faaliyetlerine, tiyatro faaliyetlerine karşı olduğumuz anlamı çıkmamalıdır. Fakat öncelikle Türk üretimini arttıracak. Türkiye'nin üretimini çoğaltacak ve bu yoldan .Türkiye'nin gelirini, iktisadi gücünü artıracak faaliyetlerin yapılması gereklidir. Gelir sağlandıktan sonra, refah sağlandıktan sonra bu gibi imar faaliyetlerinin yapılması çok kolaylaşmış olur. Bunları bir sıraya koymak görüşünü savunmaktayız. Yani biz, hemen ekonomiye katkıda bulunmayan ve üretimin artışını sağlamayan yatırımlara ölü yatırım demekteyiz. Türkiye'yi kalkındırmak için ölü yatırımlardan kaçınmak lâzımdır. Ölü yatırım dediğimiz zaman şunu kastetmekteyiz: Yatırdığımız sermayenin hemen Türk ekonomisine fazla üretim sağlamayan, fazla gelir sağlamayan teşebbüsler demektir. Biz buna karşıyız. Bunu hatalı bulmaktayız. Bunun yanı sıra memleketin sahip olduğu, tabiî birçok imkânları süratle değerlendirmek gerekmektedir.

Türkiye'nin hızla kalkınmasında başvurulması icap eden tedbirlerden biri de sahip olduğumuz tabiî kaynaklan süratle seferber etmek, değerlendirmektir. Bundan başka çeşitli ekonomik faaliyetler ve dış ticaret konularında da devletçe enerjik tedbirler alınması görüşündeyiz.

Toplumculuk ilkesinde gözettiğimiz hususlar üç ayrı bölümde açıklanabilir:

l- ÖZEL TEŞEBBÜS :
Toplumun kalkınmasında özel teşebbüs desteklenecek, himaye edilecektir. Ancak bu konuda iş verenle işçinin karşılıklı olarak haklarının korunması ve bu iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde kontrol, tanzim ve nezaret altında bulundurulması şarttır. Demek ki, özel teşebbüsü korumak, himaye etmek prensibimizdir; desteklemek, teşvik etmek amacımızdır. Fakat bunu yaparken iş veren işçi ilişkilerini karşılıklı olarak iki tarafın da haklarını koruyacak ve her iki tarafın münasebetlerinin milletin zararına olmayacak şekilde denetlenmesi, düzenlenmesi, nezaret altında bulundurulması esasını şart koşuyoruz.

II-KÜÇÜK SERMAYENİN BİRLEŞMESİ :
Memleketimizde yapılması gereken pek çok büyük iş vardır. Bunların başarılması için halkın elindeki küçük tasarrufların teşvik edilerek, devlet tarafından tanzim ve organize edilerek birleştirilip halkın sermayedar olacağı büyük ekonomik teşebbüslere girişilmesini gaye edinen bir görüşe sahibiz. Ayrı aynı kimselerin elinde bulunan küçük tasarruflar, mesela, on bin kişinin yirmi bin kişinin katılıp birleşmesiyle büyük sermaye hâline gelir ve bu sermaye büyük tesislerin kurulmasını sağlar. Bu nasıl olacaktır? Halkımız buna alışmıştır. Halkı buna teşvik etmek, alıştırmak, cesaretlendirmek, organize etmek ve ön ayak olmak devletin görevleri arasında olacaktır. Bunun dışında yapılması icap eden birçok büyük işin ayrıca yine devlet eliyle bizzat ele alınarak başarılması gerekir. Bugün Amerika gibi en kapitalist memleketlerde dahi, bazı büyük işler vardır ki, tamamıyla devlet tarafından yapılmaktadır. Bunlar meselâ : Atom, füze araştırmaları ve ilmî araştırmalar gibi büyük organizasyon isteyen, büyük masraflar isteyen işlerdir. Bunların tamamıyla devletçe ele alınıp planlanması ve süratle başarılması esasını içine alan bir görüşü tutuyoruz.

III- SOSYAL YARDIM VE GÜVENLİK TEŞKİLATI :
Bu da, Türk milletini içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve güvenlik teşkilâtı meydana getirmek görüşüdür. Türk milleti bugün sosyal bakımdan organize edilmemiş, dağınık bir durumdadır. Eskiden onun birtakım sosyal bağları, sosyal kuruluştan vardı. Bunlar dağıldı, yıkıldı. Meselâ eskiden vakıflar vardı, mahalle heyetleri vardı. O günün şartlarına göre, zamana uygun düşecek birtakım sosyal ve ekonomik organizasyonlar vardı. Loncalar vardı, loncaların da aynı zamanda sosyal fonksiyonları vardı. Bunlar zamanla yok oldu, kalktı.

Bugün milleti tekrar organize etmek lâzım geliyor. Bunların en başında gelen işlerden birisi de bütün halkı içine alacak bir sosyal yardımlaşma ve sosyal güvenlik teşkilâtı kurmaktır. Yani Türkiye içerisinde hiç kimse sahipsiz, yardımsız, himayesiz, desteksiz, işsiz kalmamalı, kalmak korkusuna düşmemelidir. Bir ailenin reisi mi öldü, çocukları, ailesi mutlaka bu teşkilât tarafından derhâl himaye edilmelidir. Çocukları okuyacaksa okutulmalı, tahsillerine devam ettirilmelidir. Ailesine iş bulunmalıdır. Bütün bu problemleri üzerine alan bir organizasyon meydana getirilmelidir. Böyle bir organizasyon olmaksızın cemiyette büyük haksızlıklar, büyük facialar meydana gelir ve böyle bir durum milleti sıhhatli olmaktan çıkarır. Birçok yerlerde sizler, kendiniz de, bu gibi olaylara her hâlde tesadüf ediyorsunuz. Birçok facialar görüyorsunuz, işitiyorsunuz. Bunları önleyecek böyle bir organizasyon kurmayı esas kabul eden bir görüşün sahibiyiz. Yani toplum içerisinde herkes bilecek ki, herkesin sosyal güvenliği sağlanmıştır. İş mi? Başvuracaksınız, iş verecek. Hastalık mı? Tedavi görecek. Tahsil mi? Çocuğuna tahsil imkânı sağlayacak.

Ayrıca sağlık ve adalet güvenliği, sağlanmasını düşündüğümüz bir diğer iştir. Yani bir dava ve mahkeme konusu olduğu zaman, vatandaş ihtiyacı olan avukat, mahkeme masrafı ve diğer zaruri masraflar gibi yardımları kolayca elde edebilmelidir. Bugünkü gibi öyle parası olanın kendisine çifter çifter avukat tutup, şahit masraflarını ödeyip hukuk imkânlarından rahatça faydalanması ve parası olmayan vatandaşların ise, bunlardan yoksun kalarak haklarını koruyamaması durumu ortadan kaldırılmalıdır. Ayrıca ceza ve tevkif evlerinin durumu da insanlığa yakışır şekilde ıslâh edilmeli ve oraya düşen vatandaşlar tam bir imkân eşitliğine kavuşturulmalı, henüz sanık durumunda olan vatandaşın haysiyeti korunmalıdır.

Toplumculuk ilkemizin içine aldığı önemli bir husus da şudur:

Türk milleti yüzyıllar boyunca büyük ihmallere uğramış, sıkıntılara düşmüş, felâketler geçirmiş bir millet olduğu için özellikle halk ve köylü, aydınlara, kendisine yol göstermeye, yardım etmeye gelenlere karşı güvensizdir ve aynı zamanda ümitsizdir: Yani kötümserdir. Bunun en açık misalini şarkılarımızda, türkülerimizde görürüz. Daima bir kötümserlik sonucu olarak halkımızda hareket, büyük hamle yapma kabiliyeti durdurulmuştur. Bunu açmak lâzım. Büyük işlerimizi, büyük tasarılarımızı çözebilmek için halk enerjisini seferber etmeliyiz. Halkı uyandırmalıyız. Halkı uyandırabilmek için de güzel sanatları bu amaçla seferber etmeliyiz. İnsanlara, önce neş'e, yaşama sevinci ve şevk aşılamalıyız. Heyecan aşılamalıyız. Neş'e, ümit ve şevk duyan insan yorulmadan çalışabilir : Enerji gösterebilir. Ümitsizliğe düşen, kötümserliğe düşen insan yaşama iştahını kaybeder. Çalışma, kuvvetini kaybeder. Bunu kendi hayatımızda birçok kere duymuş, üzgün olduğumuz zamanlarda çalışma isteğimizin olmadığını anlamışızdır. İşte Türk milletinin kalkınması için başvuracağımız önemli çarelerden birisi budur. Sanatı, kültür faaliyetlerimizi, halk! heyecana getirmek; ona ümit, zevk, neş'e vermek ve böylece halk enerjisini seferber ederek hareket yaratmak istikametinde kullanmalıyız. Bunun için de biz bir ilke olarak diyoruz ki, sanat toplum için, toplum yararına kullanılacaktır! Toplum yararı için seferber edilecektir. Böyle boşa giden halk enerjisini (ki, bizim halkın büyük bir çoğunluğu senede üç buçuk ay çalışıyor, geri kalan sekiz buçuk ay bu enerji heder oluyor.seferber edip, erozyon problemimizin çözülmesi, memleketin ağaçlandırılması, sulama işleri, yol meseleleri gibi büyük meselelerimizin haili yolunda faydalanmalıyız.

Bu arada halka yine boş vakitlerini değerlendirecek elişleri, el sanatları, öğretmek, göstermek, okuma melekesi ve kültürünü arttıracak kurslar açmak ve hiçbir dakikasını heder etmeyecek şekilde organize etmek toplumculuk prensibi içine aldığımız hususlardan bir diğeridir
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
mus25
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: May 18, 2005
İletiler: 473
Şehir: türkiye

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 1:14 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Vuslatım Ülküdaşım kapitalizmin manasını buraya taşıyarak bu konunun açıklanmasına ışık tuttunuz.Globallaşan ve hızla küreselleşme yoluna giden kapitalist güçler gelişmekte ve gelişmeye meyilli ülkelerin ucuz iş gücü ve hammadde olanaklarından yararlanmak maksadıyla o ülkelere rant sağlama adıyla yerleşme ve sömürme planlarına hız vermişlerdir.Dünyada ekonomik yönden dengelerin hızla değiştiği ekonomik faktörlern ön plana çıkarılarak güçlülerin daha güçlü zayıflarınsa daha zayıf oldukları bunun diğer milletlere üstün olduğu bu dönemlerde bunu bizde ülke olarak bizzat yaşayıp görmektiyiz.Kapitalst güçlerin amaçları yerleştikleri ülkelerde tam manasıyla ülkede hakmiyet kurmak ve onların geliştrdikleri ahlak ve kültürün egemen olması için gerekli ortamı hazırlamaktır.Yerleştikleri ülkenin örf adet ve geleneklerini yerle bir ederek maddyata dayalı bir biinden kopuk bir toplum yaratma eğilimine girmeyi kendilerine amaç edinirler.Ülkemzde bunun örneklerini yer yer yaşamaktave buna bizzat şahit olmaktayız.Böyle bir dünya düzeni çerisinde toplum olarak kimlik ve kişilik karmaşası yaşamamız kaçınılmaz.Bütün bu sistemlern kaynağı yahudi locaları ve üslendikleri misyondur.Eskilerden bu zamana kadar kapital güç olarak her zaman ön plana çıkmış bu mihraklar ellerinde bulundurdukları kapital güç ile dünya üzerinde bir yahudi egemenliği kurmayı amaçlamaktadırlar.Ki bunun örnekleri apaçık ortadadır.İlk önce Afganistan sonra ırak şimdie belki süriye belki iran belkde Türkiye.Belki şuanda Türkiyeyi bu bloğun içine sokmak gibi bir aptallık yapmayablirler ama bütün bu yapılanların amacının her yönden yayılma için elverşli bu ülkenin bir gün kendi egemonyaları altına girmesidir.
Biz bu ülkenin görünmeyen koruyucuları;Türk İslam Ülkücüleri bunun idrakı ve bilincindeyiz.Biliyoruz ki bir gün ırakın başına çöken bu kara bulutları bu ülkenin üzerinede çökecek.YAnlız bu Ülke asla Irak olmayacak.Bunun bilincinde olan bu kapitalst güçler önce bu ülkeyi bölüp daha sonra işgal etme planları heva ve hevesindeler.Bunun için Ülküdaşım çocuğunu bir Türk gibi,bir Mücahit olarak yetirtirmelisin.Her konuda eksksiz bir eğitim ve bilinçli bir brey için imkanların fazlasını zorlamak gerek.İyi bir müslüman iyi bir Türk olarak yetiştirmeliyiz.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 2:11 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ülküdasim meselede bu. Evlatlarimizi yetistirmeliyiz ama nasil?


Bugün okumayan, ögrenmek istemeyen, hazirlopcu bir toplum haline dönüstürülüyoruz. Namus herseyden önce gelirken, anasinin namusu icin ölmeyi kahamanlik bilenler tam tersi oglunun hayati icin namussuzluga razi olur hale getirilmek isteniyor. Bu cok aci bir örnek oldu belki lakin dogru.

Televole gencligi tersine genclerimizin daha iyi yetismeleri icin neler yapabiliriz? Ocaga gidenlerin arkam olsun icin degil de hakikaten Ülkü Sevdalisi olmasi icin cözümlerimiz nelerdir? 2006 yilinin dayatmalari mevcut haksiz düzenin karsisinda Ülkücü Hareketin meseleleri nelerdir noktalarinda kendimizi yuvarlak düsüncelerden ayirip hakikatte ne nedir noktasina itmek gerekir.

Teskilati elestirmek marifet degildir. Teskilatin eksiklerini tespit edip bunu teskilat ici calismalar ile gidermek marifettir. Onun icin de baskasindan beklemeden kendi bilgimiz ve tecrübemiz cercevesinde konu hakkinda calismalar yapabilecek düzeye nasil geliriz noktasinda kendimizi sorgulamamiz, eksigi gidermemiz veya en azindan mevcut mücadele edenlere yardim etmemiz gerekmektedir.

Yuvarlak ve kaliplasmisliklardan artik cözüm arayislarina gecmek ve Ülkümüzün cözümlerini daha iyi kavramak durumundayiz. Ülkücü olmanin hic te kolay olmadigini, bu sevdanin doktiriner yapisinin var oldugunu, bizlerin de var olan bu yapinin birer parcasi oldugumuzu, bu yapiya uygun birer gönül eri olabilmek icin kendimizin gelistirilmesi gerekliligi noktasinda bir tekrar veya buna uzak olanlara hatirlatma olmasi acisindan böyle bir baslik acilmistir.

Doktirin noktasinda biraz detaya inelim...

Insallah baska basliklar altinda diger konulari da detayli incelemek istiyoruz...

Saygilarimla...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
mus25
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: May 18, 2005
İletiler: 473
Şehir: türkiye

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 4:38 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Ülküdaşım
Doktirin ve bu davanın mahiyeti hakkında tam manasıyla daha kendimi tamamlayamadığım için bunun hakkında yorumu ve bilgiyi aktarmayı değerli abilermizden bekliyoruz.Ocakların iyleştirlmes ve gençlerin eğitim konusunda seninde dediğin gbi eleştrme yerine yapılan yanlışları tespit edp onların çözümü için çaba harcamamız bu dava için ellbette daha olumlu olacaktır.Öncelikle ocakların kişilerin gözündeki değer yargısını ortadan kaldırmak ve bunun iyileştirilmesni gerçekleştirmek için akılcı ve çözüme açık fikirler üretmek gerek.Lise çağlarında gençlerin belinde silahı barındıran bir zihnyetin amacı herhalde eğitim olmamaktadır.Eğitim silahla değil kalemle ilimle olur.Her şeyden önce halk ile ocak ve mensupları arasında bir kopukluk var.Oturduğumuz yerden halkı yönetmeyi planlıyoruz.Bunun başarılı bir anlayış olduğunu düşünmekte yanlış olur.Şu an öyle bir ortamda yaşıyoruz ki artık genci yaşlısı herşeye körü körüne bağlanacak kadar kendini cahil ve bilgisiz görmemekte ve her geçen gün milli şuur uyanmakta.Bunlar bizim için artı bunu iyi değerlendirmek ve bundan kendimize pay çıkarmalıyız.Ne derlerse desinler bir yönetmen çizmiş olduğu milliyetçi karakterlerle bu ülkde milli şuurun üst seviyelere çıkmasına sebeb olmuştur.Artık dizilerde namaz kıldıran komutanlar vatanı için milleti için herşeyini feda edeblen kişiler rahatça ele alınıyor ve büyük ktlelere hakim oluyor.İşte bu eğitim:Yıllarca bekleyipte elde edemediğimiz br ortam ve bu şuurda yetişmeye hevesli gençler.
Elimde malzeme işlenmeyi senin düşüncelerin doğrultusunda şekillenmeyi bekliyor.İşlemek ve onu istedğin yöne ve şekle sokmak biz büyüklerin elinde.Hepimizn üstlenmiş olduğu misyon aynı fakat hepimizin aynı şekilde bu değerleri kişlere yansıtmamız olanaksız.Onun için kimimiz Yunus,kimimiz köroğlu,kimimizde bir başbuğ olmalıyız.Gençlere hitap ederken her zaman farklı yönlerimizi vurgulayarak onların sizden etklenmesine ve örnek almasına vesile olmalıyız.Yeri geldiğinde iyi bir alim,yer geldiğinde mert ve yürekli br kişi,yeri geldğinde ayakları üzerinde dimdik durabilen yaşlı bir çınar.Bütün bu vasıfları kendimizde bir arada bulundurabilirsek işte o zaman bu ülkede farklı şeyler konuşulacaktır.Kazanılan her genç kazanılan km toprak demektir.Kaybetmeye tahammulumuz olmadığına göre artık durma zamanı değil.Herkesin üzerine düşen bu kutsal görevi layıkıyla yerine getirme zamanıdır.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
kaganos
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jan 02, 2005
İletiler: 1034
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 4:39 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Vuslatım kardeşim,

Ülkü Ocaklarından bahsetmişken..

Bulunduğum ilin Ülkü ocağı hakkında bir ağabeyimizden bir eleştiri işitmiştim..

o da şu idi; sadece üniversiteye odaklandıklarından.. oysa, ilimize bağlı bir sürü köyümüzün olduğunu ...

Bu köylere eğitim ve tanıtım gezileri olması gerektiğini söylüyordu..

Bence de doğru ve yapılması gerekenlerden biridir...

Toplumun her kesimine el atılmalıdır..

Memur yaşantım nedeniyle Ülkü Ocaklarını yakından tanıma şansım olmadı...

Ancak teşkilat yapısının çok sağlam olması gerektiğini söyleyebilirim...

Bir kere İl başkanlığı yapacak kardeşimizin her şeyden önce çok iyi bir insan ,iyi bir lider olması gerekiyor...

İlçelerde tamamen ona karşı sorumlu olmalılar...

İl başkanları, ilçelerin düzenleyecekleri.. konferans,eğitim, tanıtım gibi faaliyetlere katılarak...

İlçeler üzerinde hakimiyetlerini hissettirmeleri gerekir diye düşünüyorum..

Öyle bir yapılanma olmalıki.. bir zincir gibi herşey sımsıkı birbirine bağlı olmalı..

Zincir halkalarından biri zayıf olursa... zincirin taşıyacağı ağırlık azalır...

Benim naçizane fikrim buna çok dikkat edelim...

Geçende de buradaki bir yazım da değinmiştim...

İlçelerin ocak başkanları...

Öyle kişilikler olmalıki....

Bölgenin tüm insanları tarafından sevilmeli ... gıpta ile bakılmalı...

Bazı mevkiler o kadar sorumluluk gerektirirki!

O mevkide öyle çakılı oturamazsınız...

Çok aktif olunması gerekiyor...

Benim tüm genç kardeşlerimden ricam,

Bir kere çok efendi ,çok kibar olsunlar...

Şimdi bana kızmasınlar ...

Zaten öyle olduklarını biliyorum...

Ama daha da çok olsunlar..

Toplum içinde büyüklerini saydıklarını.. küçüklerini sevip koruduklarını

özelikle göstersinler...

Kısacası TÜRK Örf ve Adetlerini yaşasınlar ,yaşatsınlar...

Yaşlı bir insanın Pazar filesini müsaitlerse evlerine kadar taşısınlar...

'' Allah senden razı olsun oğlum '' sen kimsin ..diye sorduklarında....

Biz bu vatanı ,bu milleti seven ÜLKÜCÜ gençleriz ..desinler...

Mahallemdeki yaşlı insanları toplayıp onları arabamla pazara getirip götürmem sayesinde...

Mahallemizdeki asık suratlı insan sayısı azaldı...

Komşular birbiri ile yardımlaşır... dertleşir oldu...

Övünmek gibi olmasın ben kendi mahallemde...

TÜRK Örf ve Adetlerini yeniden filizlendirdim...

Bunu tüm ülkeye akın akın yaymak gerekir...

Geçenlerde başıma gelen bir hadiseyi anlatayım;

Tedaşta elektrik parası ödeme kuyruğundayım....

Kucağında 2 yaşında bir bacımız... kuyruğun ortalarında bekliyor...

Bebek sıkılmış ağlıyor...

Dayanamadım...

Tuttum kolundan....

Sıranın en başına getirdim...

Öde sen ...bacım dedim.....

Yüksek sesle; ''Televizyonlarda kürt dizileri ile beyinleri uyuşmuş ...

TÜRK Örf ve Adetlerini unutmuş bu halk, seni akşama kadar burada bekletir yoksa... dedim...

Baktım millette ÇIT yok....

Kendi sırama geçtiğimde ...fısıltıları duyuyorum....

''Ya adam çok haklı....

Ne yazık ki ,bizim milletin bir özeliğidir bu ...

Hep kendisine ön ayak olacak bir lider ister...

Kendi aklından bir şey yapmaz...


İşte o liderler sizler olacaksınız....


saygılarımla.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
BasbugAtilla
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Jan 02, 2006
İletiler: 447
Şehir: İstanbul

İletiTarih: Cmt Mar 25, 2006 11:06 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Kapitalizm,zenginin çok zengin;fakirin ise çok fakir olduğu bir sistemdir.Fakirlerin yaşamı genelde kendinden daha zengin insanların yardımına bağlıdır.Bizim ise mazlumu ezmek gibi bir kaidemiz olmadığı için kapitalistlerin ülkücüleri sevmemesi normaldir.Biz de onlara bayılmıyorduk :)))

En son BasbugAtilla tarafından Pzr Mar 26, 2006 7:19 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pzr Mar 26, 2006 2:12 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Kapitalist sistemin yayginlasmasi Ülkücü harekete güc kaybettirir mi?

2006 yili itibari ile Ülkücüler olarak buna karsi aksiyonumuz nedir?
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
CECENYA-ccc
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Feb 14, 2006
İletiler: 57

İletiTarih: Pzr Mar 26, 2006 3:18 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Selamunaleykum Ülküdaslar

Kapitalist sistemde Ülkücü kalmak gerceketn zor istir bence.
Ne mutlu bu sisteme var gücüyle direnen gercek Ülkücü Gardaslara..
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
gelibolulu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jun 25, 2005
İletiler: 750
Şehir: TÜRKİYE-Çanakkale

İletiTarih: Pzr Mar 26, 2006 7:13 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Vuslatim demiş ki:
Kapitalist sistemin yayginlasmasi Ülkücü harekete güc kaybettirir mi?

2006 yili itibari ile Ülkücüler olarak buna karsi aksiyonumuz nedir?



Kapitalizm sistemi; fakiri ezmeyi, zengini güçlendirmeyi ilke edinmiş bir sistemdir.
Küçük sermayedar ezilir, işçi haklarını arayamaz, köylü malını maliyetinin altına satmak zorunda kalır...

Ama kapitalizm; bu insanların ağzına, bir parmak bal sürmeyi, asla ihmal etmez...

Zamanlamaları mükemmel seçer... Yani ne öldürür ne oldurur...

İnsanların yapılanları anlayamaması için de herşeyiyle çalışır...

Saçma sapan TV dizileri ile, TV proramları ile halkı dejenere ederken, suni gündemlerle de bir güzel uyutur...

İşte Ülkücü duruşu en çok burada gereklidir... Olayların arkasını yani aslını görebilen ve ona göre davranan Ülkücüler için güç kaybı sözkonusu olamaz.

Aksine, faydalar sağlar...


Fikrimce;

Bize düşen, önce kendimizi, sonra da halkımızı aydınlatmaktır...

Medya gerçekleri yayınlamıyorsa, biz ayaklı TV olup, gazete olup onların yapmadığını yapmalı, halkımıza gerçekleri anlatmalıyız...

Öncesinde; zaten içimizde olan, insanca yaşamı, örnek yaşam haline getirmeliyiz...

Saygımız, sevgimiz, duruşumuz, yaşamımız, tarzımızla hep iyi örnek olmalıyız...

Bu durumda kazanacağımız sevgi, saygı ve güven, doğruları anlatmada bizlere çok yardımcı olacaktır...

Gerçekleri görmek beceri ister... Acak asıl beceri bunları gün yüzüne çıkarabilmektir... Zor olan budur ve biz zoru severiz...

Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
kaganos
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jan 02, 2005
İletiler: 1034
Şehir: TÜRKİYE

İletiTarih: Pzr Mar 26, 2006 9:16 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

gelibolulu demiş ki:
Vuslatim demiş ki:
Kapitalist sistemin yayginlasmasi Ülkücü harekete güc kaybettirir mi?

2006 yili itibari ile Ülkücüler olarak buna karsi aksiyonumuz nedir?



Kapitalizm sistemi; fakiri ezmeyi, zengini güçlendirmeyi ilke edinmiş bir sistemdir.
Küçük sermayedar ezilir, işçi haklarını arayamaz, köylü malını maliyetinin altına satmak zorunda kalır...

Ama kapitalizm; bu insanların ağzına, bir parmak bal sürmeyi, asla ihmal etmez...

Zamanlamaları mükemmel seçer... Yani ne öldürür ne oldurur...

İnsanların yapılanları anlayamaması için de herşeyiyle çalışır...

Saçma sapan TV dizileri ile, TV proramları ile halkı dejenere ederken, suni gündemlerle de bir güzel uyutur...

İşte Ülkücü duruşu en çok burada gereklidir... Olayların arkasını yani aslını görebilen ve ona göre davranan Ülkücüler için güç kaybı sözkonusu olamaz.

Aksine, faydalar sağlar...


Fikrimce;

Bize düşen, önce kendimizi, sonra da halkımızı aydınlatmaktır...

Medya gerçekleri yayınlamıyorsa, biz ayaklı TV olup, gazete olup onların yapmadığını yapmalı, halkımıza gerçekleri anlatmalıyız...

Öncesinde; zaten içimizde olan, insanca yaşamı, örnek yaşam haline getirmeliyiz...

Saygımız, sevgimiz, duruşumuz, yaşamımız, tarzımızla hep iyi örnek olmalıyız...

Bu durumda kazanacağımız sevgi, saygı ve güven, doğruları anlatmada bizlere çok yardımcı olacaktır...

Gerçekleri görmek beceri ister... Acak asıl beceri bunları gün yüzüne çıkarabilmektir... Zor olan budur ve biz zoru severiz...

Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur...




Değerli Kardeşim,


80 öncesi kendine sıkı solcu diyenler ...

Senin bu yazını okusunlarda...

Aynada kendi yüzlerine tükürsünler...

1980 öncesi...

Milliyetçi Hareketi anlamamış olanlar...

Bu harekete , sermayenin koruyucuları, sermayenin işbirlikçileri diye saldırıyorlardı...

Görsünler bakalım ; işçiye ,köylüye ,emekçi kesime sahip çıkan kimlermiş...

Her ne hikmetse...

O yıllarda bu sloganları atanları ...bu günlerde göremiyoruz...

Hepsi Kuyumcukentte zengin kuyumcu oldular....

Emekçilikten bahsedenler...

Sigortaya kaydettirmeden işçi çalıştırıyorlar...

Bazılarıda ünlü gazeteci oldular...


AB ve ABD'ye methiyeler düzüyorlar,


Boğazdaki lüks villalarında ..viskilerini yudumlarken...

1980 önceside ABD askerlerini ''Dolmabahçeden '' denize döktük diye övünüyorlardı...

Değişmeyen tek siyasi düşünce ''MİLLİYETÇİ HAREKETTİR''

20-30 yıl önce ne düşünüyorsa .....

Bugünde aynı düşünceleri savunuyor...

Boğazda iki villaya...

100.000 dolarlık k.çı kırık bir ''JEEP''e

Bir yere ''MÜDÜR'' olma bahanesi ile

Satmıyor... düşüncelerini...

Satmıyor... Ülkesini....

Satmıyor.... Vatanını.....

Satmıyor .... Bayrağını....

Ülkesini ,milletini, bayrağını seven tüm sağduyulu vatandaşların bu durumu iyi değerlendirmelerini öneririm...

BU ülkede ''ADAM gibi ADAMLAR'' görmek istiyorlarsa...

Buyursunlar gelsinler ...

Biz bu ülke sevdalısı ...

herkesi MANGAL GİBİ YÜREĞİMİZLE ....

Bağrımıza basmaya ... hazırız....



saygılarımla.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
mustafayaman
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: Jan 09, 2006
İletiler: 315
Şehir: türkiye

İletiTarih: Pzr Mar 26, 2006 9:51 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

DEĞRLİ ÜLKÜDAŞLARIM
KAPİTALİZME KARŞI KOYMANIN YOLLARINDAN BİRİSİDE MİLLİ ŞUURU
AYAKTA TUTMAKTIR
ONUN İÇİNDE ŞU SORULARIN CEABINI VERMEK LAZIM
MİLLİ ŞUUR NEDİR?
MİLLİ ŞUURU AYAKTA TUTMAK İÇİN NE YAPILMALIDIR?
Bu sorulara cevap olacğını düşündüğüm için H. NİHAL ATSIZ'IN bir makalesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

MİLLİ ŞUUR UYANIKLIĞI
Millî şuur, bir milletin, kendini duyması ve bilmesidir. Hem duyguya hem de düşünceye dayanan millî şuur, bir milletin mânevî kuvvetlerinden en önemlisidir. Milletlerin hayatını koruyan dört savunma hattından en geride olanı yâni sonuncusu ve en mühimi millî şuurdur. İnsan uzviyetinin akciğer, karaciğer, kalp ve beyin nasıl dört önemli organı ise, bir milletin de ordu, bağımsızlık, dil ve milli şuur, dört büyük kalesidir.

Bir millet, ordusunu kaybedebilir. Bağımsızlığını da kaybedebilir. Fakat, dilini sakladıkça, o millet yaşıyor demektir. Dilini kaybeden bir millet ölmüş sayılır. Buna rağmen bir millet, dilini zorlayıcı sebeplerle kaybettiği halde, milli şuuruna sahipse, o millet kendisine zorla kabul ettirilen yabancı dile rağmen, gerçek kişiliğini bilir ve günün birinde bu millî şuur sayesinde, öz dilini yeniden öğrenerek gerçek benliğine döner. Bunun en güzel örneği Lehistan Türkleridir. Türkçe'yi yüzyıllardan beri unutup Lehçe konuştukları halde Türklüklerini unutmamışlardır ve günün birinde Türkçe konuşacaklardır.1

Millî şuurun uyuşuk ve uyanık olması, milletlerin yaşama kabiliyetleri ile orantılıdır.

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, yabancı unsurların borusu ötmez. İdâre işlerinin başına önemli yerlere yabancı soydan kimseler gelemez. Orada "bilim", "milli menfaatin" emrindedir. Bilim, bilim için değil, milletin büyüklüğü ve şânı içindir.

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, millet, yabacıyı kendisinden saymaz. Yabancı soydan olanlar, vatandaş ve tebaa olsa bile, yine yabancı sayılır. Ona güvenilmez. Yabancılarla evlenilmez. Hele yüksek tabakada bu evlenme hiç görülmez. Kânunlar, yalnız milli menfaati korumak ve milleti yükseltmek için yapılır. Tarih, yalnız milli şân ve şeref bakımından ele alınır. Geçmişe sövülmez. Yabancı milletler ve kimseler millî kadroya sokulmaz. Geçmişi, mefâhiri, ahlâkı, aileyi, seciyeyi, erdemi, kahramanlığı, milliyetçiliği açıktan açığa veya sinsice baltalayan yazılara, eserlere, filmlere, piyeslere, konferanslara izin verilmez. Millete hitâp eden ve halkı terbiyede rol oynayan müesseselerin başına o milletten olan iktidarlı, ahlâklı ve zekî insanlar getirilir.

Milli şuur uyanık olunca iltimas, rüşvet ve haksızlık kalkar. Hizmeti olanların hizmeti inkâr olunmaz. Tarihi şahsiyetlere gerçek değeri verilir. Ne ufacık kusurları yüzünden dev gibi adamlar küçültülür, ne de gerçeğe dayanmayan büyüklükler dolayısıyla ahlâksız insanlar devleştirilir. Avukatlar millete hakâret etmiş yabancıların savunmasını üzerlerine almaz. Soysuzlaşmış tipler, yarı çılgınlar, millî dili doğru dürüst bilmediği halde kendini gençliğin önderi sayan manyaklar ve budalalar, gazete ve dergilerde, kendilerinden daha kuvvetli olanlara, fikir ve ülkü savunması perdesi altında, kendi cüce şahsiyetlerinin reklamını yapamaz.

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde doktorlar sahte rapor vermez. Okula gelmeyen öğrenci hastaydım diye yalan söylemez. Millî şuurun olduğu yerde hiçbir zaman yalan söylenmez. Kadınlar ve erkekler aşkı, millet ve vatan duygularından üstün tutmaz. Sancak kutlanır ve saygı görür. Milli renkler her zaman ululanır. Bayrak katlanmak için bile yere değdirilmez. Atalar mezarlarında hayvanlar otlamaz ve hele fâhişeler ve yabancı kanı taşıyanlar orada zina yapacak kadar müsâmaha görmez. Küçük büyüğün, öğrenci öğretmenin, memur amirin aleyhinde söz söylemez. Kadınlara saygı gösterilir. Kadınlar kokotloşmaz.

Öğrenciler, milli heyecanla coşan bir yürek taşır. Fakat ciddî ve disiplinlidir.

Öğretmenler iltimas yapmaz. Öğrenciler kopya çekmez. Herkes hakkına râzıdır. Dün okula başlayanlar bugün üstadlık dâvâsına kalkmaz. Görev kutsal tutulur.

Millî şuurun uyanık olduğu yerlerde, dil kıskançlıkla korunur. Dilin kurallarını ve sözdizimini bozmaya kalkıp bunun hakkında yazı yazan çılgınlar alkışlanmaz,aksine tımarhâneye sokulur. Herkes kendi keyfince bir imla kullanmaz. Millî şuur uyanık olunca başıbozuktan kurmay,vatan haininden profesör, hekimden dilci, cahilden müverrih, yabancıdan vekil, serseriden ülkücü çıkmaz.

Millî şuur, bir ışıktır. Yurdu aydınlatır ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrepleri açığa çıkararak, karanlıkta iş görmelerine engel olur. İnsanda beyin ne ise, millette de milli şuur odur. Ciğeri, karaciğeri, hattâ bazen kalbi kurşunla delinen bir adamın yaşadığı görülür. Fakat beyninden kurşun yiyen bir insanın yaşamasına imkân yoktur. Bunun gibi bir millet de ordusuz ve bağımsız yaşayabilir. Hattâ dilini kaybetse de ölmeyebilir. Yeter ki milli şuuru olsun.

Millî şuur, bir milletin yaşama ifadesi, hayat kaynağı ve en kuvvetli silahıdır. XX. Yüzyılda millî şuuru olmayan milletler yıkılmaya mahkumdurlar.

Atsız
Kızılelma, 10. Sayı, 2 Ocak 1948

Dünya bir çarpışma alanıdır. Yaratıcı kuvvet, dünyayı bir çarpışma düzeni içinde yaratmış, yaratılanlar çarpışma düzeni içinde yaşayıp bugüne erişmişlerdir.

Bunun, neden, niçin böyle olduğu hakkındaki yüksek felsefi düşünceleri bir yana bırakıp gerçeği olduğu gibi kabul edersek, çarpışmaya hazır bulunmanın en hayati prensip olduğu sonucuna kendiliğinden varırız.

İnsanlar arasındaki çarpışma, birleşip düzene girmiş topluluklar arasında oluyor. Bu topluluklara millet diyoruz. Milletler, binlerce yıldan beri var. Amansız boğuşmalarda bazıları ortadan kalkmış, bazıları sonradan kurulmuş, fakat milletler her zaman var olmuş, her zaman birbiriyle savaşmıştır.

Savaşmak, yaşamak için gereklidir. Çünkü, milli çıkarların çatıştığı davaları bitirmek için, savaştan başka çare bulunamamıştır. Milletleri savaşa hazır bulunduran iki vasıta vardır. Biri maddidir, buna "teknik" diyoruz. Biri ruhidir, "ülkü" adını veriyoruz.

Uzun tarih göstermiştir ki, eşit maddi kuvvetler arasındaki çarpışmayı ruhi yönden üstün olan kazanır. Ruhi kuvvet, teknik kuvveti yaratabilir. Ruhi kuvvetten yoksunluk ise, maddi güç ne kadar büyük olursa olsun bozgun demektir.

Ruhi kuvvet nedir?

Milli üstünlük inancı, büyümek isteği, yani milli ülküdür. Milli ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Bütün yaratıcı güçler gibi de, aykırılıkları yok etmek özelliğine maliktir. Türk yaratıcı gücü, yani Türk ülküsü, yüzyıllardan beri prensip haline gelmiş, uğrunda çarpışılmış, birkaç kere gerçekleşmiş bir düşüncedir. Ona hayal diyenler, hayal içinde gevşeyip tembelleşmiş olanlardır. Dedikleri gibi hayal olsaydı, hiç gerçekleşir miydi?

Bununla beraber yirminci yüzyıl bir mucizeler zamanı olmuş, olmaz sanılanlar mümkün kılınmıştır. Bu bakımdan da Türk ülküsünün gerçekleşmesini ummak, insanlar için, haktır.Türk ülküsü, Türk büyüklüğü ve Türk kudreti isteği ve inancıdır. İnancın ne büyük ruhi amil olduğunu anlatmaya lüzum yok. İmanla, ümitsiz hastalar bile iyileşiyor

Bir ülkünün çerçevesinde toplanmak ve onun için ölümü bile göze alarak savaşmak ne güzel şeydir! İnsanlar ancak ülkü ile hayvanlardan ayrılabiliyorlar. Milli bir ülkü olmadıktan sonra, insanın hayvandan ne farkı kalır? Hayvan, ölümden ve ızdıraptan kaçar, kuvvetliden korkar.

Ölümden korkmayan, ızdıraptan kaçmayan, kuvvetli ile savaşı göze alan yaratık, ancak ülkücü insandır.

Bir zamanlar, dinler, insanları hayvan olmaktan kurtarmak için çalıştı, onlara Tanrı'dan öğütler verdi. Bugünkü ülküler tamamıyla millidir. Dini inancı da içine almış olan milli ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bu duygu ve düşüncedir.

Bugünkü kaba maddecilik arasında, Türk ülküsü sararmış, biraz küllenmiş gibi görünüyor. Maddecilik hastalığı geçtiği zaman, o, yine parlayacaktır. Onun için Türk ülküsüne sarılmaya mecburuz. Bütün Doğu milletlerini yendiği halde, yalnız Türklerle başa çakamayan Batı'nın içine sinmiş düşmanlığı ve hıncı karşısında, bizim silahımız, Türk ülküsüdür

Arab'ı, Acem'i, Hind'i, Çin'i yenilirken, tek başına Avrupa'ya dalan ve yüzyıllarca tek başına bütün Avrupa milletlerine karşı Tanrının adının savunan Asya arslanları, zaman zaman gaflet uykusuna dalmışlar, fakat sonra sıçrayıp şahlanmışlardır.

Bu seferki dalgınlık biraz tehlikeli gibi görünüyor. Çünkü, içinde yabancıya hayranlık unsuru var. Tehlikeler nereden gelirse gelsin, ne kadar büyük olursa olsun, tek çare ve tek ilacı "Türk ülküsüdür".
H.NİHHAL ATSIZ
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 2 sayfa)

Sayfa: 1, 2  Sonraki »  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1