Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1
Bozkurt NET :: Başlığı Görüntüle - Ömer Baba'nın Gündemi
  Link 1Ana sayfa | Link 2
Arama       


Bozkurt NET
Bozkurtların Yuvası
 

Forumlar Gruplar Gruplar Hesap Aç Oturum Aç  

  

Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)
« Önceki başlık :: Sonraki başlık »  
Yazar İleti
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Per May 07, 2009 11:53 pm    ileti konusu: Ömer Baba'nın Gündemi Alıntıyla Cevap Gönder

Bu baslikta Kurtlar Vadisi adli dizinin Ömer Baba´sinin gündemine yer verecegiz...

Kissadan hisse...

Vuslat







Küçük uyarı, büyük ders


Ömer Baba'nın Gündemi




GÖLGESİNDE OTURDUĞUNUZ AĞACIN DALLARINI KESMEYİN




Bir adam çölde yolunu kaybetti. Sıcaktan ve susuzluktan dudakları çatladı. Ayakları artık kendisini taşımıyordu. Birkaç kez düştü ve zorlukla yerinden kalkabildi. Önündeki tümseği aşınca gözüne bir ağaç göründü. Önce, ‘Acaba serap mı görüyorum?’ diye düşündü. Gözlerini birkaç kez sildikten sonra serap olmadığını anladı. Son gücünü kullanarak ağaca doğru yürüdü ve gölgesine sığındı, rahatladı. Kendine gelince yakınında bir kuyu olduğunu fark etti. Kuyudan su çekerek içti ve ağacın gölgesinde tekrar uzandı. Bu arada ağacı incelemeye başladı. Ağaç gövdesi kalın, güçlü, çok dallı ve geniş yapraklıydı. Ağacın var oluş serüvenini düşündü. Bu ağacın aslı bir tohumcuktu. Toprağa düşen tohum, toprağı yırtarak çıkmış yeşermişti. Hiç şüphe yok ki o önce fidan, sonra bu koca ağaç haline gelinceye kadar çok mücadeleler vermişti. Ağaç çölde yalnızdı. Adam şöyle düşünmeye başladı, şimdi ben varım yanında. Hiç şüphe yok ki, benden önce başka insanlar da bu ağacın gölgesinde oturup dinlenmiş ve sonradan yollarına devam etmişlerdi. Ağaç burada hep yalnız mı kalıyordu. Adam ağaca biraz daha yaklaştı, dallarına doğru baktı. Ağacın dallarında birçok kuşun var olduğunu gördü. İçinden, ‘Onlar da uçar gider kalıcı değiller’ diye düşündü. Ağacın gövdesine baktı sayısızca karıncanın hareket halinde olduğunu, kiminin yukarı kiminin aşağı doğru yürüyerek yuvalarına yiyecek taşıdığını gördü. Birden gözüne birkaç kertenkele ilişti, onlar da ağaçta yerlerini almıştı. İnceledikçe küçük kurtçukları gördü. Sayısızca varlığın o ağaç gölgesinde ve gövdesinde barındığını fark etti. Toprağı karıştırdı, toprak içinde de solucanların yaşadığını gördü. Bir ağaç ama çevresinde barınan milyonlarca, belki milyarlarca varlık. ‘Çevreye faydalı olmak bu olsa gerek’ dedi. Babasının her zaman söylediği ‘Gölgesinde oturduğun ağacın dallarını kesme’ sözünü hatırladı.

Çölde gölgesinde oturulan ağaç ne kadar kıymetli ise, gölgesinde barındığımız anne ve babamız da o kadar kıymetlidir. Her genç düşünmeli; benim annem babam da bir zamanlar gençti. Annem ve babam evlenerek birçok zorluklara birlikte katlandılar. Yaşadıkları birçok zorluğa rağmen ayakta kalmayı başardılar. Ben ve kardeşlerim onların sayesinde dünyaya geldik. Bizim iyi yetişmemiz için çok fedakârlıklara katlandılar. Hep verdiler, almayı hiç düşünmediler.

Maalesef günümüzde bazı gençler anne, babasına isyan ediyor. “Annem veya babam benim her şeyime karışıyor. Özgürce yaşamama engel oluyor. Gençlik halinden hiç anlamıyorlar. Hatta bazen ‘Bu sana son uyarımız, sakın bir daha yapayım deme” diye bağırıp çağırıyorlar. Bazı gençler de bu uyarı üzerine evlerini terk etmeyi bile göze alıyor.

Bütün canlılarla konuşan ve dillerinden anlayan Süleyman Peygamber, su kenarında dostları ile birlikte oturuyordu. O sırada bir saman çöpünü kendine kayık yapan ve onunla suyun üstünde gezinen bir karınca gördü. Kıyıda ise o karıncanın babası vardı.

Baba “ Bak evladım şu su kıyısına kümelenmiş saman çöplerine güvenme. Aniden gelen bir dalga onların her birini başka yere dağıtır. Senin tedbirli olman gerekir. Lütfen ayakların yere bastığı yerde kal. Suda sallantı halinde olan ve idaresi senin elinde olmayan saman çöpüne güvenme, seni felakete götürür” der.

Karınca yavrusu babasının bu güzel sözlerine karşılık, “Böyle güzel bir havada sandalla safa sürmek varken, gelecek dalgayı ve tufanı ihtiyarlıktan içi geçmişler düşünür. Ben gencim ve güçlüyüm. Her durumda kendimi kurtarabilirim” der.

Bu sırada suya atlayan bir kurbağanın suda yaptığı çalkantı, küçük saman çöpünü karınca yavrusu ile beraber kıyıya atıverir.

Baba karınca sert çıkışır:
- Bak işte sana ilk uyarı, iyi bir tesadüfle kıyıya kadar geldin. Eğer daha büyük bir dalga olsa seni sandal yaptığın saman çöpünden alıp götürürdü.

Yavru karınca itiraz eder:
- Olmamış işler için ‘ya olursa’ diye endişelenmek ve zevkli yaşamayı terk etmek ancak budalaların işidir.

Süleyman Peygamber bu gördükleri ve duydukları karşısında seslice güler. Dostları niçin güldüğünü sorunca, duyduklarını ve gördüklerini anlatır.

Gençler! Küçük uyarılardan büyük dersler almalı, hata yapmakta inatçı olmamalısınız. Felaket ve başarının sebebini anlayarak hayatınızın akış şeklini değiştirin. Felaketin sebebini görebilirseniz, aynı felaketle asla bir daha karşılaşmak istemezsiniz. Çamurlu yolda yürüyen birinin ayağı bir yerde çukura batmışsa, aynı yerden tekrar geçtiğinde, adımını nereye basıp basmayacağını öğrenememişse beline kadar batar. Her tecrübeyi kendiniz yaşayacağınıza büyüklerinizin tecrübelerinden faydalanmalısınız. Gitmekte olduğunuz yoldan, onların gelmekte olduğunu sakın unutmayın.

“Ululanmak istiyorsanız ulu sözü dinleyiniz.”

Allah yar ve yardımcınız olsun.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Eylul_Cicegi
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Mar 03, 2009
İletiler: 11

İletiTarih: Pzr May 10, 2009 10:09 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Hedefe ulaşmak için disiplinli şekilde yol almalısın


HANGİ SESE KULAK VERELİM

Çok yürümüştüm evin önüne geldiğimde kendimi çok yorgun hissediyordum. Eve girdiğimde koltuğum aynı yerde duruyordu. Soluklanmak için oturdum. Aynaya baktım, o bana ‘Hoş geldin’ dedi. Evet, hoş geldin demekle sorular da başlıyor demekti.

- Yürüyüş yaparken konuştuklarımızı düşündün mü?

- Evet, her saniyesinde düşündüm, kendimi o kadar kaptırmışım ki vaktin nasıl geçtiğini bile anlayamadım.

- Öyleyse karar vermişsindir, aslanın mı, yaban eşeğinin mi peşinden gideceğine.

- Doğrusunu istersen tam anlayamadım, yaban eşeği kimdir aslan kimdir?

- İkisi de senin içinde bunu bilmeyecek ne var.

- Lütfen biraz açar mısın?

- Aslan sende aklı, ruhu temsil eder, yaban eşeği ise içindeki nefsani duyguları temsil eder. Aslan güçlü kuvvetli bilinir amma yaban eşeği bir anırmaya başladı mı ondan başka bir sesi duymaz olursun. Öyle yüksek avazla bağırır ki kıyamet kopuyor zannedersin. Anırmasının sebebi hem cinsine olan şehvetidir. O dişisinin her şeyine anırır. Kendini öyle ifade eder. İnsan da nefsani duyguların esiri oluğu sürece şehvetinin, hırsının, kibrinin, kininin peşine koşar durur. Öyle saldırır ki bunların peşine, kendini uyaranların seslerini duymaz olur.

- Aslan kükrerse yaban eşeği kaçmaz mı?

- İşte mesele de bu ya; hani Mevlana Hazretleri iradenizi kullanarak tercihinizi yapın diyordu ya. Kişi tercihini özgür iradesiyle yapınca aslan ortaya çıkar ve krallığının gereğini yapar. Sen tercih yapmadan aslanın kükremesini duyamazsın.

- Pek anlayamadım neden aslanı duyamıyorum.

- Hep yaban eşeğini dinlemeye alışmışsında ondan. Bu konuyu iyi anlaman için sana Hoca Nasrettin den bir fıkra anlatayım mı?

- Konuyu aydınlatacaksa neden olmasın.

- Nasrettin Hoca’nın komşusunun yük taşımak için eşeğe ihtiyacı olur ve Hoca’nın evine gider. Hoca’nın evinin kapısını döver. Hoca üst kattan pencereyi açar ve komşusuna

- Hoca - Buyur komşu bir isteğin mi var?

- Komşu - Hocam harmandan biraz yük taşımam gerekiyor eşeğini verir misin?

- Hoca - Eşek evde yok olsaydı verirdim, der. Tam o sırada ahırdaki eşek anırmaya başlar.

- Komşu - Hocam ayıp olmuyor mu yalan söylüyorsun bak ahırdan eşeğin sesi geliyor, der.

- Hoca – Yahu ne zamana kaldık benim gibi bir insanın sözüne inanmıyorsun da ahırdaki eşeğin sözüne mi inanıyorsun. Hem o anıran eşeğin benim olduğunu ne biliyorsun? der.

- Bu sohbetten şunu mu anlamalıyım, gerçekten bana yardım edecek, doğru yolu gösterecek, beni mutluluğa ulaştıracak bilge insan mı bulmalıyım.

- Her yolcuya bir rehber gerekir. Sen de bir yolculuğa çıkacaksan kendine rehber bulmalısın. Şimdi bu rehberin adına hayat koçu diyorlar.

- Hayat koçu bana nasıl yardımcı olabilir ki?

- Olduğun yerde ki senle, olmak istediğin yerdeki sen arasındaki mesafeyi kapatman için sana yardımcı olur. Birlikte bir hedef koyar ve o hedefe ulaşmak için disiplinli bir şekilde yol alırsınız.

- Hayat koçu çok hoşuma gitti. Bana izin verir misin, artık yatmalıyım uykuya ihtiyacım var, hem sabah yapacak işlerim var.

- Sana iyi uykular, yarın hayat koçu ve danışmanlığı konusunda konuşuruz.

- Işığı kapattım artık o yoktu. Uyumak için yatağıma uzandım. Bir süre hayat koçunu düşündüm sonra dalmışım.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Çar May 13, 2009 11:33 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder




İncinmeden, incitmeden

Ömer Baba'nın Gündemi



NİYET OKUMAK






Her sabah olduğu gibi kahvaltımı yaptım çıkıyorum. Kendime çeki düzen vermek için aynaya baktım. Aynada ki ben hemen sorusunu sordu.

- Çok şık giyinmişsin, düğün falan mı var?
- Hayır! bir toplantıya konuşmacı olarak davet edildim.
- Diğer konuşmacıları tanıyor musun?
- Bir kısmını tanıyorum. Kafası karışık şartlanmış insanlar. Ne anlatacaklarını, nasıl davranacaklarını da biliyorum.

- Diğer konuşmacıların ne konuşacağını, nasıl davranacağını önceden nasıl biliyorsun?
- Ben bilirim, bu insanların bir ideolojisi var hep o pencereden bakar ve gerçekleri hep saptırarak kendilerince anlatırlar.
- Gözüken o ki sen de bu tuzağa düşmek üzeresin. Başkaları hakkında kötü zan besliyorsun. Daha o insanlarla bir araya gelmeden onların aklından geçeni okuduğunu iddia ediyorsun. Bu senin için büyük bir yanılgı.

- Ben bu kişilerle daha önce de karşılaştım onların sözlerine değil niyetlerine bakıyorum.
- Bu çok saçma, sen insanların niyetini nasıl okuyorsun. Gerçek şu ki sen kendin senaryo kurguluyor sonrada kendi senaryona gerçekmiş gibi inanıyorsun. Senin bildiğin ancak kendi düşüncelerin, kendi bakış açın ve niyetindir. Diğer konuşmacı arkadaşın sözü ne ise onu kabul etmelisin. Konuşmacının sözüne bakmayıp ta onun niyetini okumak senin için bu hayat yolculuğunda çok tehlikeli bir tuzaktır.

Peygamberimiz ve ashabı arasında şöyle bir olay geçer. Peygamber dostları, sahabeden birinin bir düşman askerini “la ilahe illallah” dediği halde öldürdüğünü söylerler. Peygamber efendimiz o şahsı çağırarak olayı sorar. Sahabe; ey Allah’ın elçisi! Rakibim ile uzun süre birbirimizle mücadele ettik, tam ben son darbeyi vuracaktım ki adam ” la ilahe illallah” dedi. Ama ben yinede kılıcımı vurdum ve adam öldü.

— Peygamber efendimiz, “Bu nasıl olur, sen ‘Allah’tan başka tanrı yoktur’ diyen bir kişiyi nasıl öldürürsün” der.
— Ey Allah’ın elçisi! O adam gerçekten değil canını kurtarmak için o kelimeyi söyledi. Amacı beni aldatmaktı.
— Peygamber efendimiz “ Kalbini yardın da baktın mı, o adamın yalan söylediğini nereden biliyorsun?” der.
Hazreti Mevlana’nın Mesnevi’sinde, bu konuyla ilgili çok güzel bir hikâye vardır. Anlatmamı ister misin?
— Çok memnun olurum. Tuzaklara düşmemek için öğreneceğim çok şey olduğunu biliyorum

Komşuluk ilişkilerine ve insanlığa önem veren anlayışlı, hal hatır ve yordam bilen birisi bir sağıra “komşun hasta” diye haber verdi. Bunun üzerine o sağır, komşusunun hatırını sorması gerektiğini, fakat bu sağır kulakla nasıl yapacağını düşündü. Kendi kendine:

— “Ben bu sağır kulağımla komşumun sözlerini nasıl anlayacağım. Hem şimdi o hasta olduğu için sesi de az çıkmaktadır. En iyisi dudakları kıpırdayınca söylediklerini tahmin eder ona göre konuşurum” diye karar verdi. Ziyarete gittiğinde komşusuyla arasında şöyle bir konuşma geçebileceğini düşünerek hazırlık yaptı. Kendince bir senaryo geliştirdi.

— Ey benim hasta komşum! Nasılsın derim. O da bana:
— İyiyim hoşum, der. Ben:
— Allaha şükürler olsun, derim. Sonra ne tür yemekler yediğini sorarım. O da her halde bana:
— Şerbet içtim veya mercimek çorbası yedim, der. Ben de:
— Afiyet olsun dedikten sonra, tedavi için hangi doktorun geldiğini sorarım. O:
— Filan doktor deyince de:
— O doktorun ayağı çok uğurludur, işini bilen çok meşhur bir doktordur. İyi ki onu çağırmışsınız. O doktorla hastalığın çok kısa zamanda geçer, derim.
Sağır kafasında kurguladığı bu senaryoya göre komşusunu ziyarete gitti. Selam verip bir kenara oturduktan sonra:
— Nasılsın komşum? diye sordu. Hasta:
— Çok fenayım ölüyorum. Sağır:
— Allaha şükürler olsun, deyince hastanın canı sıkılır, komşusunun bu sözü onu çok üzer. Hasta bunları düşünürken sağır tekrar sorar:
— Ne yemekler yiyorsun? Hasta kızgınlıkla:
— Zehir zıkkım diye cevap verir. Sağır yine önceden tasarladığı gibi tebessüm ederek:
— Afiyet şeker olsun der. Bunun üzerine hasta iyice sinirlenir, fakat belli etmemeye gayret eder. Sağır sormaya devam eder:
— Tedavi için hangi doktor geliyor? Artık dayanamayan hasta bütün öfkesiyle:
— Kim gelecek? Azrail geliyor. Sen ne biçim komşusun? Defol git başımdan diye bağırır. Bunun üzerine sağır bütün sakinliğiyle:
— O mu geliyor? Onun ayağı çok uğurludur. Sevin ve neşelen, hastalığın iyileşti sayılır. Sağır bir müddet daha hiçbir şey olmamış gibi oturur. Sonra müsaade isteyerek kalkar, komşuluk hakkını ödemenin mutluluğu içinde sevinçle komşusunun evinden ayrılır.

Sağır mutlulukla evine giderken hasta böyle bir komşusu olduğu için çok üzgündür. Meğer komşumuzu tanımamışız, bizim can düşmanımızmış diye düşünür.
Bu hikâyede olduğu gibi başkalarının zihnini okumak, ön yargılı olarak insanları dinlemek kırgınlıklara sebep olur. Bizim yolumuz incitmemek ve incinmemek yoludur.

Bu yolda incinmeden ve incitmeden yürümeniz için Allah yar ve yardımcınız olsun.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
gelibolulu
Kıdemli Üye
Kıdemli Üye



Kayıt: Jun 25, 2005
İletiler: 750
Şehir: TÜRKİYE-Çanakkale

İletiTarih: Çar May 20, 2009 4:58 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

Harika bir yazı Vuslatım Reis...

Allah (cc) razı olsun senden...

Gerçek İslam ahlakı, gerçek Türk örfü ne kadar güzel ve ne kadar incedir...

Sabırla, önyargısız dinleyebilmek ne güzeldir. Aynı şekilde okuyabilmek, kişiye ne ufuklar açar...
Öte yandan; yaşadığımız ortam, eğitim sistemi, televizyonlar, gazeteler, önyargısız olmayı öylesine güçleştiriyor ki...
Oysa tek çözüm biraz daha saygılı olabilmek. Önce kendine saygılı olabilmek, sonra da başkalarına...
Okumuyoruz, düşünmüyoruz, inanmıyoruz ve saygı duymuyoruz... Gittikçe o heriflerin istediği gibi insanlar oluyoruz. Sadece ad olarak bir grubun içinde koyun oluyoruz...

Merak ediyorum, -satın almak şart değil- kaçımız masanın üzerinde duran birkaç gazeteden Cumhuriyet'i alıp okumayı tercih eder ? Ya da Zaman gazetesini ? Arasıra da olsa Kanal 7 de, STV'de bir konuşma programı dinlediniz mi ? Veya Ulusal Kanal'da ?

Düşmanını tanımak gerek, tanımak içinse dinlemek...

Allah yar ve yardımcımız olsun...
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Eylul_Cicegi
Yeni Üye
Yeni Üye



Kayıt: Mar 03, 2009
İletiler: 11

İletiTarih: Per May 21, 2009 8:32 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

KENDİN GİBİ SANMA

Bilenler, bilmeyenler


Araştırmacı gözüyle çevrene bakarsan hiçbir şeyin bir diğerinin aynı olmadığını görürsün. Bitkilerin aynı türden oldukları halde çok farklı olduklarını, hayvanların aynı türden oldukları halde işlevlerinin farklı olduğunu hemen fark edersiniz. Aynı dere kenarında, aynı görüntüde olan iki kamışı inceleyelim. Aynı sudan beslendikleri halde bir kamışın içi boş, diğer kamışın içi şekerle doludur. Aynı bahçede var olan iki arı türü vardır. Görüntü itibariyle her ikisi de arıdır. Birinde sadece iğne bulunur, onunla çevresine özellikle insanlara acı verir. Belki de bunu kendini korumak amacıyla yapıyordur. Bunu bilmiyoruz ama toplumda arının acısını tatmayan az insan vardır. Diğer arı da vardır çevremizde çiçekten çiçeğe konup kalkar ve bal üretir. Ormanda ahu dediğimiz hayvanlar da vardır. Bunlar da görüntüleri aynı, işlevleri farklı iki türdür. Aynı otları yiyip aynı sudan içtikleri halde birinden yalnız gübre, diğerinden misk denilen çok kıymetli koku çıkar.

Bitkiler ve hayvanlar arasında böyle farklılıklar olduğu gibi insanlar arasında da farklılıklar çoktur. İnsanları görüntüleri gereği insan olarak isimlendirir ve eşit olduklarını söyleriz. Belki hukuk ve adalet uygulamada eşittirler ama gerçekte her biri diğerinden çok farklıdır. Dünyamızda var olan hiç bir insanın parmak izinin bir diğerine benzemediğini artık günümüzde bilmeyen yoktur. Biyolojik olarak bu kadar farklı olan insanların başka yönlerinde de farklı olacakları bir gerçektir. Üstün zekâlı insanlar olduğu gibi geri zekâlı insanlar da vardır. Topluma çok faydalı olanlar olduğu gibi çok zararlı insanlar da vardır. Çok korkak insanlar olduğu gibi, çok cesur insanlar da vardır. Konuyu toparlayacak olursak insanların biyolojik, sosyolojik ve psikolojik farklılıklara sahip oldukları bir gerçektir.

İnsanlardan bazısı çalışması gayreti neticesi kendini geliştirir, başkalarının bilemediği şeyleri bilir, başkalarını göremediği şeyler görür, başkalarının yapamadığı şeyleri yapabilirler. Mesela halter çalışan bir kişi 150 kilo kaldırabiliyorsa, bütün insanlar da 150 kilo kaldırabilir anlamına gelmez. Her insan çalışıp kendi karakteri ve kendi imkânları ölçüsünde kendini geliştirmesi gerekirken bazı insanlar bunun tersini yaparlar. ‘Bütün insanlar eşittir’ derler. “Ben de insanım, benim yapamadığımı başkaları da yapamaz. Yapıyorum diyenler yalan söylüyor, insanları aldatmaya çalışıyor” derler. Bunlar kendileri gibi beceriksizlerden taraftarlar da bulur bazen toplumda seslerini de yükseltirler. Bu tür insanların akıllarının almadığı, gözlerinin görmediği, dokunamadıkları her şey yalandır. Ama bilim öyle bir hızla gelişiyor ki ne olduğunu, nasıl olduğunu bilmediğimiz birçok bilinmezin içinde yaşıyoruz. Bilenler yapıyor, insanlar sadece izliyor. Toplumumuzda TV izleyen kaç kişi bu işin nasıl olduğunu biliyor. Bilgisayarla uğraşan kaç kişi onun oluşumunu, mantığını biliyor. Birçoğumuz bilmediğimiz halde sadece izleyici ve kullanıcıyız. Kabul etmemiz gereken şey, her zaman olduğu gibi günümüzde de insanlar farklıdır. Yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’de, “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” buyurulmaktadır.

İnsanlık tarihine bakacak olursak, bazı insanların anlamadıkları şeylere akılları ermediği için karşı çıktıklarını, bilenleri kendi nefislerine kıyaslayarak yalanladıklarını görmekteyiz. Her şeyi kendi nefsine kıyaslayarak karar vermek ve gerçekleri kabul etmemek veya edememek bir hastalık olsa gerek. Bazı gerçekleri gözlerine soksan dahi o kendini örnek tutarak yorumlar ve senin gerçeğini kabul etmez. Bilgi kıyaslama yoluyla öğrenilir. İnsanların bazısı, başkaları yapıyor başarıyorsa ben de başarırım diyerek çalışır çabalar başarılı olmayı öğrenir. Bazısı da ben yapamıyor başaramıyorsam başkaları da başaramaz. Bu kişiler kendi nefisleriyle kıyas yaparak öğrenmemeyi öğrenirler.

Evreni ve insanları yaratan yüce Rabbimiz, insanları bilgilendirmek için yine insanlar arasından seçtiği kişileri kendisine elçi edinmiş ve onlar aracılığıyla insanlara mesajlar göndermiştir. Ama bu durumu anlamayanlar o yüce şahsiyetleri kendileriyle kıyaslayarak yalanlamışlardır. Onlar da bizim gibi insan, bizim gibi yiyor, bizim gibi geziyorlar onların bizden farkları yok diye kıyaslayarak peygamberleri yalanlıyorlardı. Kuran’ı Kerim bu konuda, “Bir de, bu ne biçim peygamber ki, yemek yiyor; çarşıda geziyor! Ona bir melek indirilse de, O da uyarıcı olsa ya! “ ( Furkan 7) buyurarak, gerçekleri kendilerine kıyaslayarak yorumlayanları bize haber vermekte. Yasin Suresi’nde de: “ Onlar – siz bizim gibi insanlardan başka (özelliklere sahip şahıslar) değilsiniz. Rahman hiçbir şey indirmemiştir. Siz, sırf yalan söylüyorsunuz- dediler.” (Ayet 15). Bu ayetler de gösteriyor ki bazı insanlar sadece büyük şahsiyetlerin dış görünümüne bakarak değerlendiriyorlar. Başkalarının kendilerinden farklılıklarını kabullenemiyorlar. İşte bu insanlar nefsi kıyaslarıyla inanmamayı da öğrenmiş oluyorlar.

Bu konuda da Hz. Mevlana bizlere bir hikâye ile ışık tutuyor. Bir bakkalın yeşil renkli, güzel sesli, söz söylemesini bilen bir papağanı vardı.

Bu papağan dükkân bekçisi gibiydi. Alışverişe gelenlere, nükteli sözler söyleyerek şakalar yapardı. İnsanlar bir şey sorduğunda insan gibi cevap verir ve onlarla güzel konuşurdu. Papağanlara has ötüşü de çok tatlıydı.

Dükkân sahibi bir gün evine gitmiş, papağan ise dükkânda bekçilik yapıyordu. Bir kedi, kovaladığı fareyle birlikte dükkânın içine daldı. Can korkusuyla ne yapacağını şaşıran papağan, sağa sola kaçışmaya başladı. Dükkânın yüksekçe bir yerine sıçrayınca orada bulunan gül yağı şişelerini devirdi. Şişeler kırıldı, yağlar yerlere döküldü. Ortalık iyice birbirine karıştı.

Bakkal efendi dükkâna döndüğünde etrafı karma karışık görünce çok kızdı. Papağanın üstüne dökülen gül yağından ötürü onun yaptığına karar vererek o öfkeyle papağanın başına vurdu. Vurmasıyla da olanlar oldu. Papağanın üzüntüden başındaki tüyler dökülerek kel oldu. Dili tutuldu o günden sonra konuşamaz oldu.

Bakkal yaptığına pişman olup ‘ah, vah’ etmeye başladı. Kendi kendine “Keşke elim kırılsaydı da o tatlı dilli papağanıma vurmasaydım” diye yakınmaya başladı. Papağan bir tarafa sinmiş vaziyette oturuyordu.

Dükkân sahibi günlerce onu konuşturmak için uğraştı ama bir netice alamadı. Bir gün dükkânın önünden kel başlı bir derviş geçti. Papağan onu görünce dillendi ve:

— Hey arkadaş, sen nasıl böyle kel oldun? Yoksa sende gül yağı şişeleri mi kırdın? dedi.

Bu hikâyede papağanın, kendisini dervişle kıyaslaması kendi bilgi ve tecrübesiyle sınırlıdır. Gerçekte ise derviş, bağlı olduğu tarikat ve meşrep gereği başını kaşını sakalını tıraş etmiş bir vaziyette gezmekteydi. Bu durumu bilmeyen papağanın yaptığı değerlendirme, insanların kendisine gülmesine sebep olmaktadır.

Bazı insanların, Allah dostları hakkında yanılgıya düşmeleri bu sebepledir. İnsanlar Allah’ın velilerini kendileriyle kıyas ederek yanlış yaparlar.

Tatlı suyla acı suyun berraklığı aynıdır ama tatları çok farklıdır. Bu yolculuk süresince nefsine kıyaslama yaparak yanlış yapmak yerine, gerçekleri öğrenmeye gayret etmeliyiz.

Allah yar ve yardımcınız olsun.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Per May 21, 2009 9:49 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder




Ömer Baba'nın Gündemi



Mutluluk insanoğlunun içinde saklıdır






O VE BEN





Evde yalnızım. Bir müddet karşımdaki Boğaz Köprüsü’ne baktım. Sonra denize bakmaya başladım. Deniz titriyor hareket halinde, onun üstünde balıkçı tekneleri var. Bazen büyük yük gemileri geçiyor arkasında iz bırakarak. Gördüğüm tablo çok güzel. Hızlı bir hayat yaşanıyordu İstanbul’da. Karada ve denizde insanlar devamlı koşturmaktalar. Çok kalabalık amma yalnız yaşayan insanlar. O anda kendi yalnızlığım geldi aklıma. ‘Çevremde çok insanlar var amma ben neden yalnızım?’ diye takıldım kendime. Sorular sıralandı arka arkaya, neden yalnızdım ve ne yapıyordum? Birisiyle konuşma isteği duydum. Bu ‘kim olabilir’ diye düşünürken bir fikir geldi aklıma. Kendimle konuşabilir miyim diye. Hani kendi kendisiyle konuşana deli derler ya. Varsın delilik olsun hem kimse yoktu yanımda deliliğimi fark edecek.

Peki ben bunu nasıl başaracaktım? Sorular tükenmiyor amma çareler de öyle. Kendimce buldum çaresini. Yerimden kalktım koltuğumu alarak, karşı duvarda ki boyluca aynanın önüne oturdum. Şimdi aynı odada iki ben oldu. Önce dış görünüş olarak izledim aynadaki aksimi. Sonra O’na:
- ‘Sen mi gerçeksin ben mi?’ diye sordum.

- Ne sen gerçeksin ne de ben, ikimizde bir görüntüden ibaretiz. Gerçek olan yalnız Allah.

Bu karşılıklı konuşmaya sevinmiştim. Sorunca cevabımı alıyordum. Öyle ise sorularıma devam etmeli idim. Ben soracağım sorular düşünürken o bana sordu.

- Kendini bana anlatsana, ne haldesin? Neler yapmak istiyorsun?
- Çevremde bir sürü arkadaşım olmasına rağmen yapayalnızım. Kimse beni anlamıyor. Bu ise beni mutsuz ediyor.
- Arkadaşım dediğin kişilerle rahat konuşabiliyor musun? Onlara sorular sorabiliyor musun? Veya onların sana soru sormasına izin veriyor musun?
- Ben cevap adamıyım soru adamı değilim, her soruya mutlaka bir cevabım vardır.
- Ya verdiğin cevaplar yetersiz ve karşıdakini tatmin etmiyorsa.
- Ancak aptallar anlamaz. Her şeyi detayı ile anlatıyorum.
- Öyle ise eleştirilere açık değilsin?
- Eleştirilmeyi sevmiyorum. Başarı benim için çok önemlidir. Hata yaptığımı kabullenemem bu bence zayıflık işaretidir.
- Ama sen de insan olduğuna göre sen de hata yapabilirsin. Bu gerçeği kabullenmelisin. Peygamberler dahi zaman zaman hata yapmışlardır. Onları bazen yüce Allah uyarmış bazen de, her zaman yanlarında rehber gibi bulunan Cebrail melek uyarmıştır. Bence yapıcı eleştiriye açık olmalısın. Hem seni eleştiren senin düşmanın değil belki de en iyi dostundur.
- Beni eleştirenin benden akıllı ve benden bilgili olması gerekir. Oysa benim çevremde hep salaklar, geri zekalılar toplanmış. Bana her yapacağım işte köstek olurlarda destek olmazlar.
- Sen kendini yargıç yerine koydun tüm insanları da suçlu sandalyesine oturttun. Kendince yargılıyorsun. Hani bir ata sözü vardır ‘Davacın hakim olursa, yardımcın Allah ola’ diye. Bence sen çok az bilgiye sahip olduğun halde diğer insanlar hakkında fikir yürütüyorsun. Eksik bilgi veya kasıtlı verilen bilgiler bazen insanları yanlış düşüncelere sürükler. Eksik bilgiyi şöyle anlatabilirim sana. Bir çivi eksik olursa nalın düşmesine sebep olur. Nal düşerse at’ın yok olmasına sebep olur. At yok olursa, atı kullananın yok olmasına sebep olur. İnsanlar hakkında gerçek bilgiye ulaşmadan ileri geri konuşmaman ve onları yargılamaman gerekir.
- Sen de şu anda beni yargılıyorsun.
- Hayır ben seni uyarmaya çalışıyorum. Çünkü gördüğüm kadarıyla mutlu değilsin. Mutsuzluğun sebebini sormaya ve araştırmaya başlasan problemi çözeceğinden şüphem yok.
- Soru sormamı istiyorsun! Kime sormalıyım sorularımı?
- Kendine sormalısın. Soruların muhatabı sen olduğun gibi, her sorunun cevabı da sende saklı.
Yunan mitolojisinde şöyle bir kıssa anlatılır.
‘Tanrılar mutluluğu saklamak istemiş, tanrılardan biri demiş ki yıldızlara saklayalım, ormanın içine demiş bir diğeri, denizlerin dibine demiş ötekisi, bir bir sıralamışlar önerilerini, sonunda
şöyle demiş içlerinden biri. Hiç biri olamaz, insanoğlu arar bulur, en iyisi mutluluğu onun içine saklayalım, her yere bakar da kendi içine bakmak aklına gelmez.’

- Benim içimde mi? Nerede? Neden göremiyorum öyleyse? Hiç olabilir mi böyle bir şey?
- Anlaman gereken şu ki, gerçektende her şeyin kendi içinde olduğunu kabul etmen gerekiyor. İyi de, kötü de, doğru da, yanlış ta, huzur da, huzursuzluk ta, hepsi içerlerde bir yerlerde.

Mevlana Mesnevi’sinde: ‘İnsan zihni sazlık gibidir, orman gibidir, orda aslan da var, yaban eşeği de, sen yaban eşeğinin peşine takılma’ der.
Mevlana bunu söylerken irademizi iyi kullanarak tercihimizi iyi yapmamızı söylüyor.
Sen ne diyorsun? Hangisinin peşine takılalım? Aslanın mı, yaban eşeğinin mi?

Kafamı ellerimin arasına aldım, başım çatlayacak gibiydi. Bu kadar söyleşi yeter. ‘Bana düşünmem için zaman vermelisin’ dedim.
O, ‘Ben hep buradayım, istediğin zaman görüşelim’ dedi.
Bende ‘Sonra görüşürüz’ diyerek onu orada bırakarak ayrıldım.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts May 25, 2009 9:20 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder




Ömer Baba'nın Gündemi




Şehvet ve akıl







KÜREK MAHKUMU





Cenabı-ı Hak, evreni yarattı ve onu canlı - cansız sayısız varlıklarla donattı. Ayrıca yarattığı varlıkların devamlılığını da bazı kanunlara bağladı. Melekleri yarattı ve onlara akıl verdi. Melekler ilahi emrin dışında hareket edemez, Allah c.c. bildirdiğini bilir, Allah ne dilerse onu yaparlar.

Hayvanları yarattı ve onlara şehvet duygusunu verdi. İçgüdüleriyle hareket ederler.

İnsanları yarattı ve onlara hem şehvet hem de akıl verdi. İnsan şehvet ve hisleri yönüyle hayvan, akıl yönüyle de melek gibidir. Aklı şehvetine hâkim olan gerçek insan, aklı şehvetinin emrinde olan, hayvanlar derecesine düşmüş aciz insandır. Hayvanlar annelerinden doğduklarında, içgüdüleriyle annelerinin memesini bulur ve ondaki sütü emerler. İnsan ise akıllı varlık olmasına rağmen annesinin memesini bulup ta ememez ve acından ölür. Ancak annesi şefkatli elleriyle bebeği alır, göğsüne bastırır ve yavrusunu doyurur.

İnsan, hayatının her döneminde şefkatli ele ve sevgiye muhtaçtır. İnsan yaradılışı gereği eğitime muhtaçtır. İlk eğitimini anne babasından yani ailesinden alır. Yarınlara hayırlı gençler yetiştirmek isteyen aileler çocuklarının şehvetine esir olmasını değil, aklını çok iyi kullanarak iyiyi güzeli, doğruyu bulmalarını ve topluma faydalı bireyler olmalarını isterler. Anne babanın bu isteğine rağmen bazı gençler şehvetlerine uyarak kürek mahkûmu olur.

Sultanın biri halk kıyafeti giyerek halkın içinde gezmeye çıkar. Deniz kıyısında yaşlı bir adamın çocuklar gibi ağladığını görür ve yanına yaklaşır.
- Dede bir kaybın mı var?
- Başıma çok kötü şeyler geldi. Ben fakir bir balıkçı olmama rağmen çok emekler çekerek büyütüp yetiştirdiğim biricik oğlum küreğe mahkûm oldu.
- Ben sultanın yakınıyım, yarın saraya gel ben mutlaka bunun çaresini bulur ve seni bu üzüntüden kurtarırım.

Ertesi gün, adamcağızı sarayda bekler ama yaşlı adam gelmez. Sultan adamlarını gönderir yaşlı adam ve oğlu hakkında araştırma yaptırır.
Yaşlı adamın gerçekten balıkçı olduğunu, oğlunun ise elmas yontma ve işleme ustası olduğunu, çok yakışıklı olan oğlanı bir bayanın baştan çıkardığını ve oğlanın kapıldığı bu sevda uğruna evini, sanatını ve işini terk ederek bayanla yaşamaya başladığını, hatta yaşlı adamın ağladığı gün de evlendiklerini öğrenir.

Sultan adamlarına yaşlı adamı bulup huzuruna getirmelerini ister. Yaşlı adamı getirince Sultan:
- Oğlunun bir kadınla evlenmiş olduğunu öğrendim. Sen ise ‘Oğlum küreğe mahkûm oldu’ demiştin.
Balıkçı iç çekerek der ki:
- Sen hiç balıkçının açık denizlerde sandalın küreğini gönlünün istediği gibi istediği yöne çekmesinin mana ve mutluluğunu, bunun yanında küreğe mahkûm zincire vurulmuş kişinin, ritim davulunun temposunda, ne emir verirlerse o yöne kürek çekmesinin ne kadar acı olduğunu bilir misin? Hayat denen deryada da sanat ve kabiliyet küreğini başkalarının arzusuna göre çekmek küreğe mahkûm olmaktır. Bir sanatkârın, iş adamının, fikir adamının önüne çıkan bu maniler mahkûmların ayağına bağlanan prangalara benzer.

Oğlum çok usta bir elmas yontucu ve altın işleme sanatkârı idi. Elinin emeği ve göz nuruyla ürettiği taç, yüzük kaşı ve her türlü takıyı görmek beni mutlu ediyordu. Şimdi ise bir bayan onu baştan çıkardı, işine zaman ayırmıyor. Vaktinin çoğunu ona ve eğlenceye ayırıyor. O kadınla evlenerek de prangaları ayağına bağlamış oldu.

Sultan bu ihtiyarı çok sever ve teselli etmek amacıyla:
- Sen ümidini yitirip de çok üzülme, ben senin oğlunla konuşur onu uyarırım.

- Hayır! Sakın konuşmayın bırakın özgürlüğünü ve sanatını özlesin. Boş ve şehvet dolu hayatın gerçekten çile olduğunu, kürek mahkûmu olmanın acılarını içine girmişken tadarak öğrensin. Balık bir kere oltanın acısını damağında duyarda kurtulursa, ikinci kere oltaya yem olmaz.

Kardeşim aklını kullan, şehvetine yenilerek kürek mahkûmu olma. Bilerek veya bilmeyerek şehvetine uydun ise, yardım isteyerek bu esaretten kurtulmanın yollarını ara.

Rehberinizin şefkatli eli ve sevgi dolu kalbi sizi bekliyor.
Allah c.c. yar ve yardımcınız olsun.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
mus25
Deneyimli Üye
Deneyimli Üye



Kayıt: May 18, 2005
İletiler: 473
Şehir: türkiye

İletiTarih: Pts May 25, 2009 5:32 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder

HUZURSUZLUĞUN İÇİNDE HUZURU ARAMAK......




Bir tüccarın her zaman ben mutsuzum diyen bir oğlu varmış. Tüccar mutluluğun sırrını öğrenmesi için oğlunu zamanın en bilge kişisinin yanına yollamış. Delikanlı o bilge kişiye ulaşmak için çölde kırk gün yürüdükten sonra bir tepenin üzerinde bilgenin sarayını görmüş. Muaazam bir saraymış. Hemen oraya tırmanmış ve bilge ile görüşmek istediğini söylemiş. Bilge ile görüşmeyi beklerken salonda hummalı bir hareketlilik varmış. Salon çok kalabalık bir tarafta orkestra ezgiler çalarken, insanlar kendi aralarında sohbet etmekte ve bilge kişiyle görüşmek için sırasını beklemekte. Görüşme sırası kendine gelince delikanlı bilgeye mutluluğun sırrını sormuş. Bilge şu an anda sana bunu öğretmeye zamanım yok… sen şimdi çık sarayı dolaş gez etrafa bak iki saat sonra gel deyip çocuğun eline bir kaşık tutuşturmuş ve içine iki damla yağ damlatmış: “sarayda dolaşırken bu kaşığı elinde tutacak ve yağı dökmeyeceksin” demiş. Delikanlı sarayın merdivenlerini inip çıkarak sarayın içini dışını bir güzel gezmiş, ama gözünü elindeki kaşıktan hiç ayırmıyor, yağın dökülmemesi için çok dikkat ediyormuş. İki saat sonra Bilgenin yanına gelmiş. Bilge: Sarayı gezdin mi deyince, Genç: Evet gezdim çok büyükmüş demiş. Bilge: Peki salondaki acem halılarını gördün mü, duvardaki tabloları, bahçıvanımın on yılda emek çekerek meydana getirdiği o güzel bahçeyi, rengarenk çiçekleri gördün mü ve kütüphanede kitapları? Sorular karşısında delikanlı hiçbir şey görmediğini itiraf etmiş. Çünkü bilgenin verdiği yağı dökmemek için çabaladığından başka bir şeye dikkat edemediğini söylemiş. Bilge öyle ise tekrar çık çevrendeki harikaları iyice tanı oturduğu evi tanıyamayan mutluluğun sırrını öğrenemez demiş. Delikanlı kaşığı tekrar eline alarak sarayı gezmeye çıkmış bu sefer her şeyi inceden inceye görüp bahçeyi çiçekleri duvardaki tabloları bütün sanat eserlerini büyük bir zevk ve heyecan ile incelemiş. Bilgenin yanına dönünce gördüklerini ayrıntıları ile anlatmış. Bilge: Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede diye sormuş. Kaşığa bakan delikanlı kaşıktaki yağın dökülmüş olduğunu görmüş. Bilge: İşte oğlum dünyanın bütün harikalarını görerek mutluluğun sırrını öğrenebilirsin, ancak kaşıktaki yağı unutarak…
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder E-Posta gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Çar Haz 03, 2009 12:44 am    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder



Ömer Baba'nın Gündemi




Merhamet






GÖRDÜKLERİMİZ NE KADAR GERÇEK?




Okuyucularımdan birinin yazdığı yorum beni hayretler içinde bıraktı. Aile içi şiddetten bahsediyor. Diyebilirsiniz ki ne var bunda. Her gün medyada buna benzer haberler duyuyoruz. Beni hayrete düşüren, şiddeti yapan babanın, Kur’an okuduğu ve ölünceye kadar namaz kılmış olmasıydı.

Şiddet her toplumda var olagelen bir hastalıktır. Dünyamızın en gelişmiş ülkeleri olarak bildiğimiz ülkelerde de şiddet olmakta, güçlü olanlar güçsüz olanlara karşı bu şiddeti uygulamaktadır. İnsanlık âleminden şiddeti kaldıracak din, İslam dinidir. İslam barış anlamına gelmektedir. İslam dininin kurallarını belirleyen, yüce Rabbimizin kelamı olan Kur’an; “Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla” ayetiyle başlar. Bu ayetle Allah'ın esirgeyen bağışlayan acıyan olduğu belirtildiği gibi Kur'an okuyan Müslümanlar'ın da merhametli ve bağışlayıcı olmaları mesajı verilir.

Her haliyle Kur’an ahlakını yaşayan yüce Peygamberimiz bir gün torunları ve sahabenin bazı çocukları ile şakalaşıyordu. Çocuklardan bazısı Sevgili Peygamberimiz’in omzunda bazısı başındaydılar. O sırada bir şahıs Peygamber'in bulunduğu odaya girdi ve Peygamber'i çocuklarla oynarken görünce hayretler içinde kaldı. Sert bir şekilde ”Burada neler oluyor? Benim on çocuğum ve torunlarım var, hiç birini kucağıma almış sevmiş değilim” dedi. Rahmet Peygamber'i bütün Müslümanlar'a kural olacak ve hayatlarına uygulayacakları şu cevabı verdi: “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” O çocukları hep sevdi, hayatı boyunca hiçbir çocuğa fiske vurmadı, hep korudu ve korunmalarını istedi. Her kime sorsanız bu konuda sayısızca örnekler anlatırlar. Peki, nasıl oluyor da bunları bilen Müslüman kişi şiddet uygulayabiliyor. Şu gerçeği unutmamak gerek “Müslüman olmak çok kolay Müslüman’ca yaşamak çok zor” kelime –i şahadet getirerek Müslüman olunur ama Müslüman’ca yaşamak için gerekli bilgiye ihtiyaç vardır. Gerekli bilgileri, ahlaki kuralları öğrenip kişinin hayatına uygulaması gerekir. Önceki yazılarımda da belirttiğim gibi Hz. Muhammed bütün Müslümanlar'ın örneği, rol modelidir. O’na uyduğunu diliyle söyleyip de uygulamada tersini yapanlar sadece kendilerini aldatan zavallılardır. Kuran -ı Kerim bir ayette namaz hakkında “Namaz mutlaka günahlardan ve kötülüklerden uzak eder” buyurur. Bu ayeti dikkate alan bazı sahabeler “Ya Allah’ın Resulü bazı adamlar var ki namaz kılıyorlar, ama kötülük de yapıyorlar bu nasıl olur?” dediler. Allah’ın Resulü, "Kıldığı namaz kişiyi kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa, Allah’tan uzaklaştırır!” buyurdu.

Konuyu İslam dini açısından açıklamaya çalıştım. Gerçeği ve şiddetin nedenlerini yalnız Allah bilir. Şiddet yapanın haklı oluşu doğru yaptığı anlamına gelmez. Bazı adet ve gelenekler toplumumuzu sarmış sarmalamıştır. Yaşadığımız çevremiz, ailemiz bizlere birçok şeyi miras olarak bırakır. İnsanlar hiç araştırmadan annesinin babasının ya da çevrede büyük diye bilinen birinin yaptığı şeyi kabullenir ve kendi hayatında uygular. Özellikle Türk insanı kadın olsun erkek olsun dayak yiyerek büyür. Anne baba çocuğunu döverek terbiye ettiğini sanır. Çocuklar okula başlar öğretmenler dayak atarak eğittiklerini sanır. Çocuk yetişir artık genç olmuştur. Yirmi yaşında delikanlıdır vatan görevini yapmaya davul zurna ile gider, dayak yemeden, küfür edilmeden geri dönen yok gibidir. Hayatında bu kadar dayak ve şiddet olan kişi sağlıklı davranabilir mi? Önce evlerden, okullardan, sokaklardan, peygamber ocağı dediğimiz asker ocağından dayağın kalkması gerekir.

Askerlik görevimi yaparken şahit olduğum çok komik bir olayı sizlere anlatayım. İki asker karavana taşımakta, yanlarında da bir onbaşı var. Onbaşı yolun bir yerinde askerleri durdurdu ve onlardan birini tekme tokat dövmeye başladı. Yanlarına gittim beni görünce dövmeyi bıraktı. Onbaşıya, "Bu asker ne yaptı ki dövüyorsun?" dediğimde, "Benden öncekiler de beni dövmüşlerdi" dedi. İşte dövmenin sövmenin gerekçesi bu kadar saçma. Başkaları yapıyor, ben de yapıyorum.

Güzel ülkemizin güzel insanları artık güzel eğitilmeli ve güzel yaşamalı. Geçmişin karanlıklarında kalmamalı. İnanıyorum ki; insanlar çirkin olan davranışlarını bırakacak güzel şeyler yapacaklar. Bu konuda eğiticilere çok görev düşüyor. Bazı kişiler her konuda olduğu gibi şiddet konusunda da kolayına kaçıp bazı dizilerin şiddeti teşvik ettiğini söylemekteler. İstedikleri hep üstü örtülsün gizlensin. Bu şiddet olayları gösterilip anlatılmazsa toplum bu davranışların kötü olduğunu nasıl öğrenecek. Bence anne – babalar dizileri çocuklarıyla beraber izlemeli, neyin iyi neyin kötü olduğunu o diziler üzerinden anlatmalı çocuğuna. Çünkü orada canlı bir örnek sunuluyor.

Okuruma tavsiyem, olanlar olmuş ve bitmiştir. Geçmişi yeniden yaşamak mümkün değil. Geri kalan ömrünü geçmişine ağlayarak değil, geleceğini gülerek, güzel yaşamalısın. Aklını iyi kullanarak ayaklarının üstüne durmalısın. Yüce Rabbim'den dileğim, her şey gönlünce olsun ve seni mutlu kılsın.

Ey kendini İslam dininin mensubu olduğunu savunan ve onunla övünen Müslüman kardeşlerim, hep beraber hiddet ve şiddeti evimizden, çevremizden uzaklaştırmak için gayret edelim. Şiddet uygulayan kişileri uyaralım ve engel olmaya çalışalım.

Allah yar ve yardımcınız olsun.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Vuslatim
Forum Yöneticisi
Forum Yöneticisi



Kayıt: Nov 02, 2004
İletiler: 3121
Şehir: Turan/Almanya

İletiTarih: Pts Haz 22, 2009 5:40 pm    ileti konusu: Alıntıyla Cevap Gönder




Doğru Bakmak



Ömer Baba'nın Gündemi




BİR´İ İKİ GÖRENLER







Rehberimle birlikteyim, her zaman olduğu gibi güler yüzüyle bana bakmakta. Büyük sufi Abdulkadir Geylani’nin “ Müminin mümine bakması ibadettir” sözünü hatırladım. Ona daha içten ve sevgiyle bakmaya başladım. Bakışlarımız buluştu göz göze geldik, baktıkça içim huzur doluyordu. Gözlerimin olması ne kadar güzel, onunla her şeyi görebiliyorum diye düşündüm. Eğer olmasaydı çevremdeki güzellikleri, özellikle de karşımdaki güzel insanı göremeyecektim. İçimden yaradanıma teşekkürler etmeye başladım. Ben bu düşünce içinde iken rehberim:

- Yolumuzun ilkelerinden biri de, doğru bakmak, baktığı şeyi doğru görmek, doğru anlayabilmek ve görülen şeyin hikmetini anlayıp ondan ibret almaktır.

- Efendim bakmakla görmek aynı değil mi? Aralarında ne gibi fark var ki?

- Gözünle baktığın şey arasında var olanı bilmen gerekir. Gözüne mavi bir camlı bir gözlük takmışsan her şeyi mavi, kırmızı takmışsan kırmızı görürsün. Cam rengine göre görüşün de değişir.

- Doğal yaratılışımızda gözlüğümüz yok ki

- Çok doğru söyledin gözümüzün önünde takılı bir gözlüğümüz yok amma, bazı duygularımız görüşümüzü değiştirebiliyor. Çoğu insan öfkesinin, şehvetinin, kininin, kibrinin, hırsının etkisinde kalabiliyor. Bu duyguların her biri kişinin gördüğünün aslını değiştirip başka gösterebiliyor. Baktığın şeylerin gerçeğini görmek ve ibret alabilmek için aradaki öfke ve şehvet engelini kaldırmalısın.

- Efendim bu bir bakıma şaşılık gibi bir şey mi?

- Bazı insanların göz rahatsızlıklarından dolayı şaşı olduklarını biliyoruz. Benim anlatmak istediğim bunlar değil. Bunun dışında da bazı insanların baygınlık geçirdiklerinde, içki içtiklerinde gerçekte şaşı olmadıkları halde şaşı hale geldiklerine şahit olmaktayız. Benim anlatmaya çalıştığım şaşılık ya da görme bozukluğu ruhi bir hastalık.

- Görmeyi, görenler için zararlı hale getiren engellerden kurtulabilir miyiz?

- Görülmesi, bilinmesi ve hissedilmesi gerekeni görülmez hale getiren öfke, aslında diğer duygular gibi faydalı bir duygudur. Ancak doğamızda var olan öfke, şehvet, kızgınlık, korku, heyecan, kin, nefret ve benzerleri gibi duyguları kontrol altına almak gerekir. Öfkeyi hissettiğin anda ilk düşüneceği şey, “ Ben öfkeliyim, neden öfkeliyim, öfkelenmeme ne sebep oldu? Gerçeği görüp anlamam için ne yapmam gerekir.” Sebebini bulduktan sonra iyi düşünceler geliştirmelisin. Doğru düşünceyle hareket edersen doğru neticeye varırsın. Öfkeni kontrol altına almadan hareket edersen çok zarar edersin.” Öfke ile kalkan zararla oturur” atasözümüz de olduğu gibi. Öfkene ne kadar erken müdahale edersen o kadar başarılı olursun. Öfke patlamasını önlemek için yatıştırıcı bilgilerin olmalı.

- Öfkemi bilgiyle nasıl yatıştırabilirim?

- Hz. Hüseyin evinde misafirlerine ziyafet düzenlemişti. Misafirlerini giydiği en güzel elbiseyle karşılamıştı. Misafirleriyle birlikte sofraya oturdu. Servis yapan kölesi çorba getirdi. Çorba çok sıcaktı üstünden buharlar çıkmaktaydı. Nasıl olduysa çorba kâsesini efendisinin üstüne döktü. Hz. Hüseyin yandığı ve elbisesi mahvolduğu için çok öfkelendi. Hz. Hüseyin’in öfkelendiğini gören köle hemen Kur’andan “Öfkelendiğinizde öfkenizi tutun” ayetini okudu. Hz. Hüseyin “ Öfkemi tuttum” dedi. Köle devam etti ayeti okumaya “Ardından bağışlayın”. “Bağışladım” dedi Hz. Hüseyin. Devam etti köle ayetin geri kalanını okumaya “ Ve iyilik yapın”. Hz. Hüseyin “Seni azad ediyorum, özgürsün”dedi. Ayetin devamı şöyle bitiyor: “Böyle yaparsanız Allah kalbinize emniyet hissi verir ve sükûnete eriştirir.” Bu örnek bizlere öfkemizi nasıl yeneceğimizi en güzel şekilde öğretiyor. Her konuda olduğu gibi bilgiyi gerektiği yerde gerektiği gibi kullanırsan öfkeni de yenebilirsin. Aksi takdirde öfkene mağlup olup “biri, iki” görenlerden olursun.

Bir ustanın, şaşı bir çırağı vardı. Usta bir gün çırağından, içerideki depoya gidip raftaki şişeyi getirmesini istedi.

Şaşı çırak depoya gitti. Rafa baktığında karşısında iki şişe olduğunu gördü. Ustasına seslendi, “Usta rafta iki şişe var hangisini getireyim?”. Usta ise, “Oğlum o rafta bir şişe var, şaşılığı bırak ta şişeyi alda gel” dedi. Çırak itiraz etti, “Ustacığım beni azarlama gerçekten rafta iki şişe görüyorum. Hangisini istiyorsan söyle getireyim” dedi. Çırağına laf anlatamayacağını anlayan usta “O şişelerden birini kır, diğerini getir” dedi. Çırak şişenin birini yere vurup kırınca iki şişeninde gözden kaybolduğunu fark etti. Hz. Mevlana Mesnevi de bizler için ne güzel anlatmış hikâyeyi.

Biri iki görmeyip yolda ilerleyenlerin Allah yar ve yardımcısı olsun.
Kullanıcı bilgilerini göster Kişisel ileti gönder
Yeni Başlık Gönder   Cevap Gönder 1. sayfa (Toplam 1 sayfa)

  


 
Forum Seçin:  
Bu forumda yeni konular açamazsınız
Bu forumdaki iletilere cevap veremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizi değiştiremezsiniz
Bu forumdaki iletilerinizisilemezsiniz
Bu forumdaki anketlerde oy kullanamazsınız


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB

alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1