Yüksek vasıflı insan olmak
YÜKSEK VASIFLI İNSAN OLMAK
Dünyayı kasıp kavuran hakim tüketim kültürünün etkisinden kurtulmak tam olarak mümkün olmasa da, iman esaslarımızı ve kültürümüzü çok iyi öğrenerek yabancı kültürlerin toplumu çözücü, değerleri tahrip edici unsurlarını süzerek dejenerasyonun önüne kısmen geçebiliriz.
Kendi değerlerini bilmeyen, yaşamayan, ona gereken önemi vermeyen toplumların gelişmiş ülkelerin tüketim kültürünü taklit ederek, zaten kıt olan kaynaklarını hızla tükettiklerini içinde kendi milletimiz de olmak üzere üzülerek müşahede etmekteyiz.
Başta maddi kaynaklar olmak üzere, günümüz insanı, sevgiyi, saygıyı, ahlakı, kardeşliği, dostluğu her şeyi tüketerek egoizmin tabii bir tezahürü olan yalnızlığa kendi kendini alabildiğince bir cinnet derecesinde sürüklemektedir.
Günümüz insanı mutsuz, umutsuz, dahası içine düştüğü bunalımdan toplumu sorumlu tutarak, daha fazla sömürmek, daha fazla tahrip edebilmek için intikam duygularıyla kinini beslemektedir. İnancını, değer yargılarını yitiren insanoğlundan daha vahşi kim olabilir?
Bütün bu insanlığı kasıp kavuran salgına karşı ayakları yere basan, kendine öz güvenini yitirmemiş ülkücülerin, tedbirler alması, direnmesi gerekmektedir. İslam imanını bile yaşadığı hayat olarak algılayan, kendisine benzemeyenleri islamın dışında gören yapısı, hacmi, biçimi ile yüzlerce parçaya bölünmüş tarikat, cemaat ve gurupçukların kendi gurup ve cemaatlerinin menfaatleri dışında hiçbir şey umurlarında değil. Diğer bir kısım insanlar da kimi camilere, kimisi kahvelere yönelmiş, sürü mantığı içerisinde günü yaşama histerisindeler. Öyleyse Türk-İslam ülkücülerinin iki kere düşünmesi bu erozyona karşı çare ve fikir üretmeleri gerekmektedir.
Özellikle içinde yaşadığımız Avrupa ülkelerinde asimilasyon tehlikesini de hesaba kattığımızda bu günden yarına ertelenen her tedbirin bize maliyeti çok acı olmaktadır. 50 yıla yaklaşan bir süreden beri Avrupa ülkelerinde yaşayan vatandaşlarımız memleketlerine geri dönme umudunu kaybetmişlerdir. Burada kalıcıyız ve Avrupa Türkü’yüz gerçeğini benimseyerek yaşadıkları ülkelerde yerleşmeye, mal mülk sahibi olmaya başlamışlardır. Günde beş vakit ezanın okunduğu, okulunda, sokağında, dağında-taşında Türkçe’nin konuşulduğu, kadınımızın-kızımızın, yaşlımızın-gencimizin yerini bulduğu Türkiye’mize benzemiyor bu yeni vatan…
Üzülerek belirtelim ki, Türk milletindeki hoşgörü ve müsamaha da yok bu toplumlarda. 4 yaşında ana okullarına göndererek yabancı kültürün etkisine bıraktığımız çocuklarımız, ilkokul, orta ve lise derecesindeki okullar ile binde birimizin çocuklarına nasip olan yüksek okul ve üniversitelere kadar hatta okul sonrası meslek-iş hayatına atıldıktan sonra da tamamen bizim kültürümüzün etki alanından uzak, gittikçe kendisine yabancılaşan iki kültür arasında bi-namaz bir nesil olarak karşımıza çıkmaktadır. Vatandaşlarımızın bütün bu sorunlar karşısında iyice ezilip bunalıma girdiğini, gün geçtikçe daha fazla kendi içlerine kapandıklarını görmekteyiz.
Bu olumsuzlukları görmek ve üzülmek yetmiyor. Türk çocuklarının yüksek vasıflı birer insan olarak yetişmelerini sağlayacak çözüm önerilerini derneklerimiz bünyesinde bir an önce hayata geçirmemiz gerekmektedir. Bizler Türk milliyetçileri olarak bilmekteyiz ki, “Milletin en küçük birimi ailedir”. Öyleyse Türk aile yapısını aslına uygun şekilde güçlendirmemiz, bunu yapabilmek için ailelerin bütün sorunlarıyla derneklerimize gelerek, birbirleriyle dayanışma içerisinde çocuklarımızın yarınlarını şekillendirecek eğitim çalışmalarına başlamamız gerekmektedir. Türk çocukları, hem bir arada yaşadıkları toplumla barışık hem de kendi değerlerini eksiksiz öğrenerek, ruhen ve bedenen yüksek vasıflı birer insan olarak yarınların şekillenmesinde öncü duruma geçmeleri gerekmektedir.
Az veya çok, derneklerimizde aile’ye yönelik çalışmalar yapılmaktadır ama yetersiz kalmaktadır. Kendilerini yeryüzünün halifesi zanneden, din anlayışı tamamen antifeminist bir çarpıklıkla gelişmiş olan, kadın denildiğinde şeytan görmüş gibi lahavle çeken meddahların, sözüm ona din ve takva adına sataşmalarından çekinerek üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyenler din gününün sahibinden, O’nun hesaba çekeceğinden, O’nun gazabından korkmazlar mı? Kadınlar ve kız çocuklarımızın da mahlukatın en şereflisi olduğunu dünyaya haykıran ve bu haysiyet mücadelesini veren İslam’ın, şekilci, taassubunu din edinmiş bir güruh tarafından kullanarak Allah’a (C.C.) savaş açılmış olmasını ülkücülerin fark etmemesi mümkün değil. Hele kendisini ulema zanneden ziyafetten göbeği ziyadeleşmiş kaşık mücahitlerine itibar etmesi eşyanın tabiatına ters bir olay.
Türk milletinin, bütün İslam aleminin hatta tüm insanlığın paradoksu, açmazı, kendisini doğuran, adam edecek olan en büyük mürebbi annelere, yarının annelerine, kadın’a karşı insan fıtratına ters bir anlayış ve saplantı içinde olmalarıdır. Bizler, yüksek vasıflı insan olmaya mecburuz. Başta anneler yüksek vasıflı birer insan gibi yetiştirilip eğitilmedikçe, onlara hak ettikleri hürmet ve saygı gösterilmedikçe bırakın Türk milletini bu dünya adam olmaz.
Turan Veli Tıraş
|