Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1

Önceki Yazıları
Yazar ile iletişime geç


SAYIN ARSLAN TEKİN`E!

Sayın Arslan Tekin,
Bundan bir süre önce, YENİÇAĞ Gazetesi`nde "Camide Vaaz Veren Çevreci Profesör" başlığı altında kaleme aldığınız yazı üzerine zatınıza bu mektubu yazmayı ve gündeme getirmiş olduğunuz konu ile ilgili bildiklerimi, gördüklerimi ve yaşadıklarımı "bozkurt net"in değerli okuyucularıyla paylaşmayı bir vecibe olarak telakki ettim.


Muhterem Tekin,
AB üyesi ülkelerde Almanya başta olmak üzere Diyanete bağlı 769 cami ibadete açık bulunuyor. Hollanda`da 96,Fransa`da 91, Danimarka`da 21, Belçika`da 54, İsveç`te 9, İsviçre`de 25 Avusturya`da 31 Diyanet camiinde ibadet yapılıyor.
Dikkatinizi çekmek isterim, bunlar sadece Diyanete bağlı olan camilerdir.
Ayrıca diğer cemaat ve tarikatların bünyesinde bundan çok daha fazla dini mabet bulunmaktadır. Haliyle binlerce Türk insanı bu mekanlara devam ediyor ve dini vecibelerini yerine getirmeye çalışıyor.
Buraya kadar her şey tabii ki güzel. Güzel olmayan; Diyanete bağlı faaliyette bulunan camilerde görev yapan insanların durumudur. Bu kişilerin bir çoğunun yeterli bilgiden, ilgiden, sevgiden ve de tecrübeden mahrum olduklarını görmek bizi rahatsız etmektedir.

Malumları, insanları bilgilendirmekte, camilerimize de büyük görev düşmektedir. Bilindiği gibi, Cumhuriyetimizin kuruluşunda camilerimizin hizmeti sanıldığından çok daha fazla olmuş ve Kuva-i Milliye ruhu bu mübarek mekanlarda filizlenmiş, buralarda olgunlaştırılmıştır.
Ne var ki, bugün camilerimizde verilen vaazlar, arzulanan şekilde TÜRK beyinlerini ve TÜRK yüreklerini beslemekten çok uzaktır.
Avrupa ülkelerinde bulunduğumuz yıllar içinde bir çok Diyanet camisini ziyaret ettik ve buralarda dini vecibelerimizi ifa etmeye çalıştık. AB ülkelerinde ikamet eden ve hayatını sürdüren fedakar-cefakar TÜRK insanı, bu konuda da üzerine düşeni fazlasıyla yapmış, AB ülkelerinde muhteşem camiler inşa etmiştir. Pırıl pırıl tertemiz... Nerede TÜRK varsa mutlaka orada bir cami mevcuttur. Hem de nasıl bir camii... Özellikle de Almanya`da.... Gel gör ki, bu mabetlere davam eden vatandaşlarımızın beynini ve kalbini besleyecek insan yok denecek kadar azdır. Çünkü din görevlileri, fikren ruhen (ve bazıları da fizikken) yetersizdir. Bu kimselerin genel kültürleri yok denecek kadar azdır.
Bu sözlerimizi teyit etmek için onlarca menfi örnek vermemiz mümkün. Biz, burada sadece küçük bir örnek vermekle yetineceğiz.
Fransa`nın bir kentinde (İsmi bizde mahfuz) Diyanet camisinde vazifeli kardeşimizle "Vatan" la ilgili konuşuyoruz. Genç adam; "Ne demek vatan, böyle bir kavramı nereden çıkarıyorsunuz? Allah bütün dünyayı, Müslümanlar için vatan olarak yaratmıştır" demesin mi? Şaşırdık... Bir anda ne söyleyeceğimizi, nasıl bir tepki sergileyeceğimizi bilemedik. Muhatabımız, son derece zeki ve iddialı.. Bazı yönleriyle de diğer meslektaşlarından farklı biri... Düşünebiliyor musunuz, Beyefendi, 3 bin kusur Türk`ün yaşadığı bir vilayette, Türkiye Cumhuriyeti`ne bağlı hizmet veren camide üç yıldan beri vazife(!) yapan birinin düşünce ve inancıydı bu...
Muhatabımıza; "Hz.Ömer" Devemin yuları kaybolsa, onu nasıl bulacağımı Kuran`a sorarım" sözünü hatırlattıktan sonra, " Bu konuyla ilgili Kuran tefsirlerine bakmadınız mı?.. İki Cihan Nebisine sormadınız m?.. (Aah vatan aah vatan!.. Vatan sevgisi imandandır) hadisi şerifini duymadınız mı?." diye sorduk. Üzgünüm, ne sormuştu ve ne de duymuştu.. Okumamıştı da... Böyle bir şeyi bilmeye, öğrenmeye ihtiyaç da görmemişti. Çünkü, mensup olduğu cemaatın, ilgi alanına böyle bir milli kavram girmemişti.. Eğer girmiş olsaydı, TÜRK genci, bu kadar ulusal kavramların uzağında kalmamış olurdu. Aah keşke, bir çok konuda, kitap yazan kişiler, milli unsurlarımızla (Vatan, Millet, Devlet... gibi..) ilgili birkaç eser yazıp mensuplarına bırakmış olabilselerdi; şimdi işimiz bu kadar zor olmazdı değil mi üstadım?.. Hatta bu hususta kaleme alacakları birkaç makale bile, hem sizin, hem bizim ve hem de onların işini (maddi ve manevi hayatımızı) oldukça kolaylaştırırdı.. Daha önemlisi, TÜRK çocuklarının beyni, kalbi sağlıksız-dengesiz- beslenmemiş olurdu!...İslam sarayına, dış kabının anahtar deliğinden bakanların ve o küçük aralıktan gördüklerini "kabul" göremediklerini "inkar" eden insanların tabii ki ruhları, İslam adına "dengeli" bir şekilde beslenemeyecektir.. Az evvel cehaletine işaret ettiğim kardeşimiz bu kurbanlardan sadece biridir!
Biliyor musunuz Sayın Tekin, TÜRK Milleti olarak; en büyük talihsizliğimizden biri, belki de en önemlisi; ORMAN BEKÇİLİĞİ YAPMAK İÇİN DAHİ KAPASİTESİ MÜSAİT OLMAYAN KİŞİLERE, ALLAH`IN EVLERİNİ VE DAHA MÜHİMİ TÜRK BEYİNLERİNİ VE TÜRK YÜREKLERİNİ TESLİM ETMİŞ OLMAMIZDIR! YAZIK!!! VE HEM DE ÇOK ÇOK YAZIK BİZE, SİZE VE ONLARA! ÖZELLİKLE DE GELMİŞ GEÇMİŞ CUMHURİYET HÜKÜMETLERİNİN SAĞCI SOLCU YÖNETİCİLERİNE!

[--pagebreak--]Diyanete Bağlı olmayan Dernek Ve Camiler

Arslan Bey,
Avrupa ülkelerinde, çeşitli dini cemaat ve tarikatların da bir çok dernek ve camileri var. Buralara da çok sayıda insanımız devam etmektedir. Bu mekanlarda, vazife yapan din görevlilerinin durumu ise çok daha vahim!
Adamlar, bağlı bulundukları kliklerin mantığı ile hareket etmek zorunda oldukları için; sohbetlerinde dere-tepe dümdüz gidiyorlar. En kolay ve en fazla yaptıkları şey, buldukları her fırsatta TÜRK`e ve TÜRK`ü TÜRK yapan milli ve manevi kavramlara (Vatan, Millet, Tarih ve Devlet.. gibi ) saldırmaktır. Hele söz konusu, TÜRK Devleti ve tarihi şahsiyetler olunca!... İşin çok daha ilginç yanı, bu insanların bir çoğu, yıllarca TÜRK vatanında dini görev yapmış ve bazıları da uzun yıllar Türk okullarında eğitimci olarak çalışmış ve emekli olduktan sonra buralara gelmiş olmalarıdır.. İçlerinde, az da olsa; aklı başında olanlar da var. Öyle zaman oluyor ki, dilleriyle söylediklerine, kalpleri inanamıyor bu kimselerin. Ama ne yapsınlar... Ekmeğini yedikleri insanların, kılıçlarını sallamak mecburiyetinde kalmışlar. Evet, evet.. ekmek parası..... İyi ki var ekmek parası.. Acaba şu ekmek parası diye bir olgu olmasaydı; bu insanlar neye hangi kılıfa girmiş olacaklardı. Herkesin ağzında bir ekmek parası... İster kanlı olsun ister kansız.. Helal-haram olmasının da hiç önemi yok!. Olsun da nasıl olursa olsun... yeter ki gelsin.... Helal olmayan o paraya da ve o para ile alınan ekmek ve suya da lanet olsun!
Şeklen büyük, muhteva da ise gerçekten de küçük olan bir dini (?!...) cemaatın genel başkanı, Almanya`nın Frankfurt şehrinde o güzel camide, yüzlerce insana, Cuma namazı öncesinde (Dü.......in) isimli kitabı açmış ve cemaatını onula tenvir(!...) ediyordu. Biliyor musunuz, bu mukaddes dini az-çok bilenler, çocuklarına kötü bir miras bırakmamak için; ismi geçen kitabı evlerinde bulundurmaktan dahi kaçınmışlardır. Bu, eser, baştan sona kadar hurafelerle doludur.

Bir Felakettir Sormayın Gitsin....

Muhterem Efendim,
Hele yurtdışında bulunan konsoloslukların hali.. Şu ana dek, bu mekanlarda karşılaştığı muameleden ötürü canı yanmamış ve dolayısıyla Devletine kızıp darılmamış olan herhangi bir vatandaşımıza maalesef rastlayamadık.. İstisnasız, her bir TÜRK bu yerlerde görev yapan kişilerden şikayetçidir. Hem de nasıl bir şikayet!
Zaman zaman buralara bizim de yolumuz düştü. İçinden gelerek hizmet veren, yüzü gülen, vatandaşına karşı sıcak hareket eden biriyle karşılaşamadık. Sanki kızmak, bağırmak ve dolayısıyla incitip hırpalamak için canlı arıyorlardı.. (Malum, örnekler genelden verilir. Ben de öyle yapıyorum. Tabii ki az da olsa istisna olanlar da var)
Haydi diyelim ki, (ve öyle de diyoruz) ülkemizde, devlet dairelerinde çalışan insanların cepleri boş, aldıkları maaş kendilerine yetmiyor, binaenaleyh sıkıntı içinde olduklarından yüzleri gülmüyor; sert-haşin hareket etmelerinin sebebi bu. Peki, Almanya`nın Frankfurt`unda; Suudi Arabistan`ın Cidde kentinde; Fransa`nın Lyon vilayetinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti adına vazife yapan ve cepleri de dopdolu olan amir ve memurlara ne demeli?!... Haydi buyurun, bu insanları da kurtarma cihetine gidelim. Ama olmuyor.... Kurtaramıyoruz işte!..... Ne yapsak, nasıl bir yorum getirirsek getirelim; bunu, bir türlü başaramıyoruz. Hayır, hayır.. hiç kimse bu kimseleri suçlamaktan, mahkum etmekten yana değil! Çünkü biz, çok küçük şeylerle dahi mutlu olmasını bilen bir milletin çocuklarıyız. Ne yazık ki bu asil millet, bir tatlı dile, bir güler yüze hasret kalmıştır ve daha doğrusu bırakılmıştır.. Bu durumda biz, ne yapabiliriz... Kurtaramıyoruz, kurtaramadığımız gibi de şikayet ediyoruz. Ve her iki dünyada da bu şikayetimiz devam edecektir.
Demek ki efendim, bu cep-mep meselesi değil! Değil vallahi... Bu gerçeği biz size, siz Devlet büyüklerimize neden anlatamıyoruz? Söyleyin, niçin anlamıyorsunuz?!... Allah... Allah...
Bu bir beyin meselesi, beyin!!! Gönül meselesi, gönül!!! Kültür meselsi kültür!!

Din Hizmetleri Ataşeleri

Sayın Arslan Tekin Bey,
Bilindiği gibi, her konsolosluluğun bünyesinde bir" Din Hizmetleri Ataşesi" vardır. Bu ülkelerde, Gurbetçi vatandaşlarımızın, size sordukları ilk şey; Din Hizmetleri ataşesinin görevinin ne olduğuna dairdir.. Hakikaten, bu insanların ne iş yaptıklarını, niçin buralarda
bulundukları hakkında halkımız yeterli bir bilgiye sahip değil..
AB ülkelerinde, dini milli faaliyetlerde bulunan yüzlerce Türk Kültür Dernekleri var. Avrupa ülkelerinde, yalnız TÜRK FEDERASYONLARI çatısı altında hizmet veren 400 civarında teşkilatımız var. Bu mekanlarda, binlerce Türk insanının beyni ve kalbi beslenilmeye çalışılmaktadır. Bu adreslere şu ana kadar üç-beş istisnanın dışında herhangi bir din hizmetleri ataşesi uğramamıştır. Bırakın dernekleri, eğer söylenenleler doğruysa, Diyanet camilerine bile ayda yılda bir kez selam verirler, bir çay bile içmeye kalmadan giderlermiş..
Çok zaman deriz ya (hayır"demeyiz" haykırırız!...) Sevdasız olmaz! Kalpler mutlaka vatan, millet, bayrak aşkıyla yanmalıdır vesselam! Hayır! Hizmet için, insana ve insanlığa faydalı olmak için; yalnız beyin zenginliği yetmiyor; kalplerin de olabildiğince derin ve geniş olması şart! ! Kaldı ki, din adamlarımızın ve eğitimle iştigal eden kişilerin, beyinleri de, arzu edilen şekilde dolu değil! Bu kimselerden bir çoğu, belli bir tahsilden sonra, ellerine bir daha ne kitap almışlar ve ne de kalem...
İnanmayacaksınız, biz, gerek yurt- içinde ve gerekse yurtdışında bazı eğitimcilerin kitaptan, kağıttan, kalemden.. konuşmaktan dinlemekten (özellikle de dinlemekten) nefret ettiklerini gördük.
Anlatıldığına göre, okuldan mezun olduktan sonra kitaplarını... yakanlar bile varmış.
Eyvah!...Eyvah!...Eyvah ki ne eyvah!...

[--pagebreak--]Devletin Ekmeğini Yiyenler....

Bu kadar sığlık yetmemiş gibi, değerli Hocam, bir de üstüne üstlük söz konu yaptığımız memleketlerde, (maalesef yurt içinde de durum farklı değil!) Diyanet camilerinde görev yapan kişilerin bir çoğunun bir takım cemaat ve tarikatlarla dava ve gaye birliği içinde olduklarını görmek, insanı ayrıca kahrediyor!. Haliyle bu insanlar inandıkları dinin ışığıyla değil, mensup oldukları kliğin mantığı ile hareket ediyorlar. Ve dolayısıyla Vatana Millette değil; cemaatlarına layık asker yetiştiriyorlar. Hal bu ki, her TÜRK gibi, bu insanların vazifesi; vatana, millete, devlete hayırlı olacak insanların sayısını çoğaltmak değil mi?.. Sizin anlayacağınız, bu insanların iç dünyalarında, maalesef "DEVLET" diye bir kavram yok! Varsa yoksa yürekten bağlı oldukları cemaat ve tarikatlar.. Bu gerçeği şöyle ifade etmek de mümkün. Ne yazık ki bu kimseler, Türkiye Cumhuriyeti Devleti`nin ekmeğini yiyorlar (Bu ekmek, yurt dışındakiler için oldukça büyük bir ekmek!) fakat başkalarının kılınıcını sallamakla meşguller. Bir diğer ifadeyle" Devlet ambarından yemleniyorlar; fakat, ne yazık ki, yumurtalarını başkalarının kümesine bırakıyorlar. Bize, size ve tek kelime ile TÜRK Milleti`ne yazık olmuyor mu?..
Bir devlet düşünün; milletin parasıyla kendi besliyor, kendi büyütüyor, kendi okutuyor ve kendi maaş veriyor ve ne var ki, bu insan devletinin bekası ve milletin mutluluğu için çalışmıyor.

Muhterem Arslan Bey,

Söz buraya gelmişken, sayın Diyanet İşleri Başkanı`ndan bir iki ricada bulunmak istiyoruz.
Sayın Bardakoğlu,
Ne olur siz bari, bundan böyle görev için yurtdışına gönderdiğiniz insanlarda, genel kültürle birlikte, onlarda vatan, millet, bayrak ve devlet sevgisi de arayınız. Hayır, bu kişilerin ekseriyetinde maalesef bu özellikleri göremiyorsunuz. Çünkü, bunların bir çoğunun Müslümanlar için, milli kavramların ne derece önemli olduğundan haberi yok. Bu konular hakkında yeterli bilgi birikimine sahip değiller.. Bilmedikleri için de adı geçen kavramları sevmiyorlar. Çünkü seven insan korur ve kollar...Yaşar ve yaşatır... Malum, herkes bildiği, hissettiği ve anladığı, kadar sever.
Bilmeyen, anlamayan ise, ne kendisi sevebiliyor ve ne de başkalarına sevdirebiliyor...
Camilerde görev yapanların vaazlarında devamlı tekrar ettikleri bir şey var; bu şey; "dini kimlik" tir.. Oysa milli kimliğini koruyamayan insan, dini kimliğini de muhafaza edemiyor. Manevi kimliğini koruyamayanın, milli kimliğini yaşayamadığı ve yaşatamadığı gibi.... Zira bu her iki kavram; bir bütünün iki mukaddes parçasıdır.
Yurtdışında ikamet eden (özellikle de Fransa`da) vatandaşlarımızın çocukları doğru-dürüst ne Türkçe konuşabiliyorlar ve ne de yazma imkanları var. Allah aşkına siz söyleyin; bu çocukların dini kimliklerini korumaları, yani Müslüman olarak hayatlarını sürdürüre bilmeleri mümkün mü?
Biliyor musunuz, bazı Diyanet camilerinde verilen dersler sayesinde az da olsa, namaz kıldıracak noktaya gelmiş olan TÜRK gençleri var. Ne yazık ki bu kimseler İstiklal marşımızı, bilmiyorlar, tanımıyorlar. Sakın ola ki bize hiç kimse, bu konu, din görevlisinin meselesi değildir, demesin. Biz, zaman zaman böyle bir mantığa sahip insanlarla da karşılaşıyoruz.. TÜRK çocuğuna, dini vecibeleriyle birlikte, mutlaka milli dinamikleri de öğretilmelidir. Bu ise yalnız öğretmenlerin görevi değildir; cami hocaları için de bir vecibedir. Çünkü, gerek İstiklal marşımız ve gerekse diğer milleti millet yapan milli unsurların tamamı, ilahi nizamın içinde birer kutsal müessesidirler.. (Malumunuz;Vatansız, devletsiz ve dolayısıyla hür olmayan Müslüman için, Cuma namazı farz değildir!)

Dilin Önemi Çok Büyük


Muhterem Hocam,
Malumlarıdır, dilini kaybeden bir insan, dinini de kaybediyor her şeyden önce dil ve din mutlaka çok iyi korunmalıdır.. Dinsiz olmaz! Dilsiz de hiç olmaz!.... Dil giderse, geride ne vatan kalır ve ne de millet... Çünkü; "KİTLELERİ YOĞURUP BİR MİLLET HALİNE GETİRMEKTE DİN BİRİNCİ SIRAYI; VE MİLLETLERİN BEKASINI TEMİN HUSUSUNDA İSE DİL, İLK SIRAYI İŞKAL EDER. DİN OLMAZSA MİLLET OLMAZ... VE DİL OLMMAZSA MİLLET OLMAZ...VE DİL OLMAZSA VEYA ZAMANLA KAYBOLUR GİDERSE; O MİLLET TARİHTEN SİLİNİR VE İNKIRAZA MAHKUM OLUR."

Değerli hocam,
Din bir bütündür; bu bütünün içinde, Vatanın yeri ise çok büyüktür.. Bu hal böyleyken, Fransa`da TÜRK camiinde vazife yapan din adamı; "Vatan ne demek? Allah bütün dünyayı Müslümanlar için vatan olarak yaratmıştır" diyorsa ve dini bu mantıkla anlamaya ve anlatmaya çalışıyorsa; siz, İslam adına sergilenmek istenen bundan daha büyük bir kötülük düşünebilir misiniz?
Diyanet İşleri`nin muhterem Reisinden öğrenmek istiyoruz; Siz bu kişileri yurtdışına gönderirken bu insanlarda ne gibi bir özellik arıyorsunuz? Bu konudaki kıstaslarınız nedir (nelerdir?) Bunu durumu hangi ölçülere göre ayarlamaktasınız?... Bize söylendiğine göre, bir takım ilmihal bilgileriyle birlikte, Din görevlisine hayatı boyunca hiçbir zaman hiçbir yerde lazım olmayacak bazı im bu rivayetlere itibar etmemiz tabii ki mümkün değil)
Bizim çok iyi bildiğimiz ve altını çizerek söylemeye çalıştığımız görevli kardeşlerimizin fikren, ruhen.. istenilen evsafta olmamalarıdır. Ellerinde bir piknik çantası, içinde üç-beş kitapçık.. Ver elini Avrupa... Beyin boş... yürekler fakir.. Aşk yok.. .meşk yok.... Eyvah... Çok yazık.. çok!...
Sayın Tekin, Din görevlileri böyle de, Türk okullarında vazife yapan öğretmenler farklı mı? Hayır değil! Onlarda buralara yeterli bilgiye sahip olmadan gelmişler. Ne ilmi muhtevaları var ve ne de şekil düzgünlüğü. Son yıllarda, yurt- dışında tanıdığım bazı öğretmenlerin, Türkçü (!..) takındıklarını müşahede ettim. İslam`ın dışında kuru bir Türkçülük!.. Olur mu? Asla olmaz!... Herhalde bu gibiler, kendilerini Türkçüymüş gibi gösterip, temiz yürekli TÜRK vatandaşlarını (özellikle de Ülkücüleri) istismar ediyorlar. Bir de değerli dost, Hıristiyan memleketlerinde hizmet veren gerek din adamlarından ve gerekse öğretmenlerden bir çoğunun sırtında, doğru dürüst - temiz-pak bir elbise bile yok!. İçlerinden çok azı kravat kullanıyor.. Kendileriyle bu konunun sohbetini yaptığımızda, bir kısmının tembelliğinden dolayı kravat takmadığını ve ekseriyetinin de, kravat takmanın günah (!..) olduğunu düşündükleri için kullanmadıklarını gördük..
Yurtdışında durum böyle de Sayın Tekin, yurtiçinde cami ve okullarda vazife yapan kardeşlerimizin durumu çok mu farklı?... Efendim, ANKARA`da, camilere vaaz merkezden verilir. Ne hikmetse, binaların zemin katlarında faaliyet gösteren mescitlerin bir çoğunda, bu uygulamayı göremiyoruz. Eskiden olduğu gibi, bugünde bu mekanlarda önüne gelen, (vaaz verme adına ) ses denemesini sürdürüyorlar.. Ayrıca, siyasi misyonlarının gereği neyse, onu da eksiksiz yerine getiriyorlar. (Not:Bize göre, Türk milleti için, "merkezi vaaz sistemi" son derece hayırlı olmuştur. Bunun tahakkukuna sebep olanlara müteşekkiriz.) Haftanın her gününde, öğlen namazı öncesinde, bu mübarek hizmet devam etmektedir. Tabii ki çok çok
güzel. Buna kim ne diyebilir ki! Gelin görün ki sayın Hocam, konuşmacılar, her ne hikmetse, belli-başlı konuların dışına bir türlü çıkmazlar, çıkmıyorlar. Oysa biz, bu insanların her birinin sahasının uzmanı olduklarını biliyoruz. O halde belli başlı mevzular dışına neden çıkmazlar?.. Acaba vaaz konularının çeşidini, niçin artırmazlar?.. Anlamak mümkün değil..... Cemaatın bir kısmı, ezanla birlikte girer camiye. Kendilerine bunun sebebi sorulduğunda, verdikleri cevap;" Vaizlerin anlattıklarını artık ezberledik; farklı şeyler dinleyemediğimiz için, ezana kadar içeri girmek istemiyoruz ."
İnsan yılda üç-beş defa olsun, Vatanla ve vatanın İslam`daki yeri ve önemiyle alakalı konuşmaz mı? Malum, Ramazan geldiğinde camiler dolup-taşar.. Bu ayda cemaat arasında gençler çoğunluktadır.. Değişen yine bir şey olmaz. Affedersiniz, eski hamam eski tas.. Sene boyu işlenen konular, Ramazan ayı boyunca da değişmez ve böyle bir ihtiyaç da hissetmezler. Yazık değil mi?.. İnsan, böyle bir fırsatı çok daha iyi değerlendirmek istemez mi, Beyefendi? Bayram namazı öncesi verilen vaazda da aynı meseleler tekrar edilir. Birlikten, dirlikten vatan ve millet bütünlüğünden vs. etraflıca anlatılsa ne kadar yararlı olur değil mi? Hayır efendim, hayır... Olmuyor... olmuyor vesselam!!! Bu insanlarda herhalde gönül sevdalarını kaybettikleri içindir ki, sözleri kalplere tesir etmiyor. Malum, yürekten gelen söz kalpleri besler... Türkiye`mizin diğer vilayetlerinde durum nasıldır, biz bunu bilemiyoruz. Ankara`da keyfiyet maalesef anlatmaya çalıştığım gibi.. Başkent camilerinde vazife yapan ilim irfan adamlarımız bu mantığı mutlaka değiştirmelidirler! Bundan böyle Vaizlerimizin Türk camilerinde biraz da vatanla milletle, devletle vs. ilgili konuşmalar yapmalarını istiyoruz! Lütfen bu millete biraz da toprağın, ormanın, ağacın.. insan hayatında ki önemini ve dindeki yerini anlatsınlar. Birlikten-dirlikten... dostluktan.. kardeşlikten.. Vatan, millet ve Devlet bütünlüğünün öneminin altını bir defa değil; onlarca kez dillendirip, altını defalarca çizsinler. Caminin mukaddes mekanlarda olduğunu anlatırken; vatan ve hürriyetin biz Müslümanlara Allah tarafından verilmiş en büyük bir emanet olduğunu da söylesinler.. Camilerin içinin dışının temiz olmasının gereğini izah ederken, Müslüman`ın içinin, dışının;.. elinin ağzının; üstünün başını ve çoraplarının da temiz olmasının ALLAH`IN emri olduğunu ifade etsinler.. Vallahi Beyefendi, Kabe`nin birer şubesi olarak kabul ettiğimiz camilerimizde, Allah`a ibadet etmeye çalışırken, elimizi, alnımızı, burnumuzu nereye nasıl bırakacağımızı bilemiyoruz.. Yüzünüzü nereye hangi tarafa çevirseniz, oradan sizi rahatsız eden değişik kokuların zulmüne maruz kalıyorsunuz.. Bu ve benzeri hususlar, cemaatın anlayacağı şekilde devamlı anlatılmalıdır. Temizlik.. Ne mübarek bir kavram değil mi?.... Beyin- gönül, iç-dış, üst-baş, ev- ocak, cadde- sokak temizliği.... Malumlarıdır, Yüce ALLAH tarafından insanlığa gelen ilk mesaj "OKU!" emri ilahisidir. Bu ilahi fermanın arkasından gelen ise; Vesiyabeke fetahhir" lafzı celilesidir.. Bu ayette Yüce Mevla`mız bizden beynimizi, kalbimizi, kanımızı canımızı, ruhumuzu, niyetimizi, üstümüzü, başımızı, evimizi, ocağımız, bağımızı, bahçemizi.. caddemizi, sokağımızı... temiz tutmamızı istemektedir. Bu hal böyleyken, ne yazık ki Müslümanlar olarak ALLAH`IN biz insanlara ihsan ettiği nimetlerin en azizi olan su ile bir türlü dost olamamışızdır. Bir başka ifadeyle, içmenin dışında suyu en az kullanan ne yazık ki, "ölüm sonraki hayata" inandığını söyleyen harikalar harikası, zavallılar zavallısı kardeşim Müslüman olmuştur.
Söz buraya gelmişken sizlerle bir hatıramı paylaşmak istiyorum.
Bundan bir iki ay önce, Fransa`nın Lyon bölgesinde bir şehirdeyiz. Bu şehirde Ülüküocağı ismi altında faaliyet gösteren teşkilatımızın salonu oldukça geniştir. Bu itibarla, bu kentte ikamet eden vatandaşlarımızın ekseriyeti dini merasimlerini derneğimiz lokalinde yaparlar.
Kayserili H.Hakkı ağabeyimiz vefat etti (Rabbim hem onu ve hem de bütün geçmişlerimizi af ve mağfiret eylesin Amin!.) Merhumun yakınları, periyodik aralarla üş beş kez ocak salonunda Mevlit ve Kur`an okutup ardından da yemek verdiler. Her defasında dikkat ettim, 80-100 kişiden hiç biri (Din görevlileri de dahil) ne yemekten evvel ve ne de yemekten sonra maalesef ellerini yıkamadılar.

En son, ikram edilen yemekte baktım olmayacak bu konuyu dile getirdim. Söze şöyle girdim ve daha sonra da sordum; " Can dostlar, görevim icabı, dikkat ettim; şu ana kadar içimizden hiç birimiz, yemek öncesinde ellerimizi, yemek sonrasında ise ellerimizi ve ağzımızı yıkamadık. Hal bu ki, bu davranış, maddi ve manevi yönden insan sağlığı için çok önemlidir.
Bilirsiniz, mikropların en çok bulunduğu yer, ellerimizdir. Bunu için bir yabancı; "İnsanların ayakları ellerinden daha temizdir" der... Cihan Peygamberinin de mübarek hayatlarında, her şeyden çok daha fazla dikkat ettiği şeylerin başında, el ve ağız temizliği gelmektedir. Şanlı Peygamber, bir gece kalmak için misafirliğe giderken dahi yanında misvakını (diş fırçası) mutlaka götürürdü. Binaenaleyh, bundan dolayı el ağız temizliği biz müminler için sünnet-i müekket olmuştur. Gerek caminin abdest hanesinde ve gerekse teşkilat içinde sıcak ve soğuk su, şakır şakır akıp dururken acaba ellerimizi ve ağzımızı neden yıkamıyoruz?" Tabii soruma cevap gelmedi.. Yalnız içlerinden biri, "Biraz önce camiden çık tıktığımız için gerek görmedik" dedi. Bir başka dostumuz da, "Çok haklısınız. Fransızlar bunu katiyken ihmal etmezler. Sizin sık sık ifade ettiğiniz gibi, bizler insan olmadan, Müslüman olan kimseleriz. Bütün mesele bu..."
Evet, Sayın Tekin, hiç unutmam; bizim çocukluğumuzda, şartlar ne olursa olsun; yemekten evvel ve sonra mutlaka eller yıkanırdı. Evimize misafir geldiğinde, en büyük zevkimiz, misafirin önüne leğen getirip, ellerini yıkamasına yardımcı olmaktı. Günümüzde ise,kimse ne yemekten evvel ve ne yemekten sonra ve ne de bir başka zamanda ellerini yıkamıyor. Bu yüzden, milyarlarca canlı barındıran o elleri tutarken, elinize yapışacağından endişe duyuyorsunuz. Belli ki o eller uzun zamandan beri su görmemiş. Kaldı ki, su ile birlikte sabun kullanmadan elleri mahut canlılardan temizlemek mümkün değil. Sahanın uzmanları, sabunsuz yıkanan ellerde, mikropların sadece o/o 15`in öldüğünü; sabun kullanıldığı takdirde bu oranın o/o 80`lere çıktığını ifade etmektedirler. Ya gerektiği şekilde temizliği yapılmayan ağızlar... (Affedersiniz) insan ağzı demek için, bin bir şahit lazım. Adeta tarla gibi.... Çer-çöple dolmuş sanki...
Öyle zaman oluyor ki, kadın olsun, erkek olsun; evinize gelen misafirleri, laobaya ite-kaka götürüyorsunuz. Zorlan değil ya, böyle bir alışkanlık edinmemiş insanımız. Öyle ki, el yıkamanın önemimden söz etmek istediğinizde, muhatabınız gözünüze bön bön bakıyor. Hal bu ki, elleri yapış yapış olmuş. Yüz binlerce canlı fıkır fıkır kaynıyor Bu ellerle yemeğe oturacak ve o elleriyle de ekmek tutacak, ağzıyla alış-veriş yapacak.. Beyin, yürek ve fizik sağlığı adına, bundan daha büyük bir felaket düşünebilir misiniz Arslan Beyciğim?.
Hele bir de para sayarken, parmağını ağzında ıslatan insanlar yok mu, onların bu hareketini gördüğümüzde, midemiz bulanıyor; istifra etmemek için; kendimizi zor tutuyoruz. Ne diyelim, ne söyleyelim... Denecek ve söylenecek fazla bir şey yok.... Eğitim.. Eğitim... ve yine eğitim.. Ne demek eğitim? İnsan beynini, insan kalbini ve o insanın midesini "FITRATA" uygun şekilde beslemek demektir eğitim. Buna, ise çocuk, anne rahminde iken başlamak lazım. Hayır! Bunun başka hiçbir yolu yok!.. "Var" diyen beri gelsin...

[--pagebreak--]Hakikati söylemeyen Dilsiz Şeytandır
Arslan Bey,
Daha fazla zaman kaybetmeden, din adamlarımızla birlikte, okullarımızda vazife yapan öğretmenlerimize mutlaka YENİ BAŞTAN EĞİTMEK LAZIM. Atalarımız:" YARIM HOCA DİNDEN, YARIM DOKTOR CANDAN, YARIM HUKUKCU DA HEM CANDAN VE HEM DE MALDAN EDER" demişler. Yarım beyinden, yarım gönülden yarım niyetten çok çektik ve halen de. Beni affetsinler çekmekteyiz. Yazık!. Öyle zannediyorum, bu insanlar biraz fazla tembel. Beyefendi, ilahi kültürümüzde bir güzel söz vardır; "HAKİKATI SÖYLEMEYEN DİLSİZ ŞEYTANDIR." denilmektedir... Bunu için bu gerçekleri yazmak, söylemek mecburiyetindeyim. Bu, acı hakikatleri ifade ederken insan hakikaten zorlanıyor; ama ne var ki, bildiklerimiz, gördüklerimiz ve yaşadıklarımız, bunları sizinle paylaşmamız için bizi mecbur bıraktı.
Görevleri, insanımızın beynini, kalbini beslemekten ibaret olan bu kardeşlerimiz, ne gazete okurlar ve ne de dergi karıştırırlar. İçlerinden yılda on kitabı, severek, anlayarak ve notlayarak okuyanların sayısının yüzde yedilerde olduğunu söylüyor araştırmacılar. Ama, konuşmaya gelince alimallah mangalda kül bırakmazlar.. Bu husustaki cesaretlerine diyecek yok!. Kendi seslerinin dışında başka bir sesi de dinlemeye asla tahammülleri yok. Dinlemeden, dinletmeden ve dinlenmeden konuşuyorlar....
Öyle zannediyorum, bir çoğu da konuşmayı," ses"çıkarmaktan ibaret bir eylem olarak anlıyor. Oysa bilmeden, anlamadan.. sevmeden konuşmak; insana yakışan bir şey değildir. Beş dakika konuşup, altıncı dakikada dedikodu-gıybet yapmak da konuşmak değil; o, sadece ses çıkarmaktır. Sinekler böcekler kurbağalar gibi.
Diyeceksiniz ki, Din görevlileri ve öğretmenler böyle de, diğer kurum ve kuruluşlarda görev yapan insanlar çok mu farklı? Evet, bunu düşünmekle haklı olabilirsiniz.. Eğer sistem bozuksa, o sistemi oluşturan insan unsurunun sağlam kalması, ne yazık ki mümkün olmuyor. Şarklı bir mütefekkir, öyle diyor:" Cemiyet tedenni ettiği müddetçe ferdi tefeyyüz mümkün değildir." İslam, içtimai bir dindir. Bu nizamı ferdin yalnız yaşaması ya mümkün değildir veya çok zordur. Bütün bunlardan sonra, bizim gönlümüz din adamları ve öğretmenlerimizin herkesten farklı, daha iyi, daha temiz ve daha muhtevalı olmalarını istiyor. Biz, bu insanların her yerde her zaman toplumun en önünde durmalarından yana. İnananlar birbirlerinin aynasıdır. "Mümin, müminin aynasıdır" denildi. Din adamları, eğitimciler ise, toplumların boy aynasıdırlar.
Arslan Bey! Ne yazık ki böyle değil; bir çoğunun toplumun en gerisinde kaldıklarını görmek insanı hakikaten rahatsız ediyor..
İnsan beyniyle, insan kalbiyle ilgilenen insan bu kadar boş, bu derece hissiz, sevgisiz olamaz, olmamalı Beyefendi! Bu kapasite ile, bırakın çiçekçilik yapmayı; ormancılı bile yapılamaz!
Sohbetlerimizde sık sık karşılaşmışızdır. Salonda herkes yerini almış saygı ve ilgiyle sizi takip etmektedirler. O da ne? Dinleyiciler arasında birkaç kişinin davranışı gözünüze takılır, biranda insicamınız bozulur.. Bunların kim olduğunu hemen anlarsınız.. Sizi daha fazla rahatsız etmemeleri için;" Efendiler, herhalde sizler rahatsızsınız. Biz size müsaade ediyoruz; isterseniz siz gidebilirsiniz," dersiniz. Bunun üzerine, yöneticiler derhal, araya girip;" efendim, onlar bizim hocalarımızdı çok şükür, rahatsız falan değiller; adetleri öyledir." derler. Biraz önce ifade ettiğimiz gibi, sizi içlerinden gelerek dinlemezler, siz konuşun dersiniz, bu kez de ses çıkarmaktan başka bir iş yapmazlar. Güzel bir deyişimiz vardır;" Hem kel ve hem de fodul" nasıl söylesem bilmem ki, böyle bir şey işte.....
Biraz önce ifade ettiğimiz gibi, burada bir kez daha altını çizmek istiyorum; İki Cihan Nebisi: "Mümin, müminin aynasıdır" buyurdu. Din adamları ve bilumum eğitimciler ise, toplumların boy aynasıdırlar. Daha doğrusu böyle olmak zorundadırlar!
Evet can dostum, işimiz gerçekten de çok zor. İnsan, zaman zaman ne yapacağını ne edeceğini şaşırıyor. Rabbim şaşırtmasın!
Size yazmayı düşündüğümde, kıymetli zamanınızı bu kadar fazla işkal edeceğim, aklımın ucundan bile geçirmemiştim. Söz sözü açtı.. Bir de baktım, sayfalar dolup taştı.. Görüyoruz... Anlıyoruz... Biliyoruz... Bunlar yetmemiş gibi, bir de seviyoruz..."Seviyoruz" ne demek üstadım; Milli ve manevi değerlere yürekten bağlıyız. Bir diğer ifadeyle, TÜRK`ü Türk yapan mukaddes kavramlara karşı, denizler kadar engin ve derin bir sevdaya sahibiz.

Öyle anlar oluyor ki, bu karasevda içimizi kurutuyor; bizde ne huzur bırakıyor ve ne de afiyet... Öyle anlar oluyor ki, ahh keşke biz de bilmeseydik, anlayıp görmeseydik de hayatımızı yaşasaydık (!...) diyoruz.
Malumlarıdır, şu gök kubbe altında, bilip de bildirememek; anlayıp da anlatamamak; görüp de gösterememek ve sevip de sevdirememek kadar zor, insanı kahreden başka bir şey yok! Her halde şair, böyle bir ahvalde: "Dili yok kalbimin, bilseniz, ben ondan ne kadar bizarım" demişti.
Arslan Bey dostum, burada sözlerime son noktayı koyarken; bir hususta itirafta bulunmak istiyorum:

Biliyor musunuz, zatınıza bu mektubu yazarken hakikaten zorlandım. Nasıl zorlanmayayım; Anadilimiz, yürek lisanımız, ses bayrağımız.... olan güzel Türkçe`mizi şanına yakışır şekilde yazan birine mektup yazmak kolay mı?.. Hayır, değil! İşte bu sebepledir ki, rahatsız oldum. Ne var ki ben buna mecburdum. Bilmek başka, kavramları aşk derecesinde sevmek başka; yazmak ise çok daha başka şeydir.
Evet, dostum; bizler, sadece birer "yazıcıyız" Bize göre, bu vatan topraklarında kelimenin tam anlamıyla "YAZAR"lar sanıldığından çok daha azdır. Hakiki katli yazarlara, beynini, kalbini (Türkçe`nin kurallarına uygun şekilde) satırlara noksansız ve hatasız aktara bilen
herkese yerler ve gökler kadar saygımız ve sevgimiz vardır. Çünkü biz, Kalemin ve O, kalemin satırlara geçirdiği yazının Yüce Mevla`nın katında ne derece değerli olduğunu çok iyi bilenlerdeniz.
Bizim dünyamızda sizin gibi, ÜLKÜCÜ mütefekkir dostlarımızın kıymeti ise çok daha büyüktür. Özellikle şu son zamanlarda rüzgarların hem sert ve hem de ters esmeye başladığı günlerde size olan ihtiyacımız her zamankinden çok daha fazladır.
Yüce ALLAH (c.c.) sizin, bizim ve bütün "İYİ" insanların yardımcısı olsun. (Amin!)
Çok samimi selam ve muhabbetlerimi takdim eder; kutsal yolunuzda ve mukaddes davanızda başarılarınızın devamını dilerim.
Bize düşen ve bizimle paylaşmak istediğiniz herhangi bir hizmet olursa; yerde-gökte; dünyada - ukbada hazır ve nazır olduğumuzu, unutmayınız e mi?
Her zaman her yerde yanınızdayız.... Arkanızdayız...
Derin saygı ve sevgilerimle.

S.Tekizoğlu
e.Posta:stekizoglu@hotmail.com









Copyright © Bozkurt NET Tüm hakları saklıdır.

Yayınlanma:: 2003-08-24 (3214 okuma)

[ Geri Dön ]
Content ©
alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1