Bozkurt NET{ Bozkurt NET
  Tıklayın kayıtlı kullanıcı olun
Ana sayfa ::Hasabınız :: Forumlar :: Makaleler :: İndir :: İletişim :: KURALLAR
alt1 alt1 alt1
alt1 alt1
alt1
Atatürk
Başbug
Atsız´ın Mektupları
Bozkurt
Tarihte Türkler
Osmanlı Sultanları
3 Mayis
Türk İslam Ülküsü
Ülkücü Hareket
İslam
Türk Büyükleri
12 Eylül
Dokuz Işık
Kızıl Elma
Doğu Türkistan
Türk Dünyası
Şiirler ve Marşlar
Ülkücü Şehitler
Ülkücüye Mektuplar
Sorular ve Cevaplar
Komünizm
Videolar
Müzikler
Postakartı

alt1 alt1
alt1
 Haber :
 Haber Ekle
 Haber Arşivi
 Arama
 Konular
 Baskıya hazırla
 Üyeler :
 Hesabınız
 Günlük
 Üye Listesi
 Özel İletiler
 ICQ Servisi
 Servisler :
 Kur'an-ı Kerim Meali
 Resim Galerisi
 E-Kart
 Dosyalar
 Müzikli Postakartı
 Cep Melodileri
 İletişim :
 Forumlar
 Bozkurtlar 100
 Bize Ulaşın
 Bizi Önerin
 Dökümantasyon :
 Makaleler
 Fikir ve Tarih Dünyası
 Kısa Nükteler
 Şairler ve Şiirler
 İzlenimler
 Ansiklopedi
 Dosyalar
 Dosya Ekle
 Popüler
 İlk 10
 Bağlantılar
 

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1
AB'YE HAYIR

alt1 alt1
alt1
Makaleler
·Meluncanlar ve Biz
·Türk Tarihi ve Türk Adı
·Amerikan Genç Hristiyanlar Cemiyeti (Y.M.C.A.) ve Amerikan Kolejleri
·SEVR YASALARI MECLİS’TEN GEÇİRİLEREK TÜRKİYE YENİ BİR KURTULUŞ SAVAŞINA BAŞLAMAK MECBURİYETİNDE BIRAKILDI!
·ABD, Alenî Bir Düşman Haline Gelmiştir!
·Dedelerimiz Oğuzlar Çıkmış Yola Aral Kıyısından
·Avrupa Birliğine neden hayır.. Jeopolitik Yaklaşım
·Noel Üzerine
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -1-
·Siyasi Konjonktürde Irak Türkmenleri
·Gümrük Birliği Anlaşmasının Anayasanın Başlangıç Kısmına Aykırılığı -2-
·Kıbrıs'ın Türkiyesiz AB üyeliği mümkün mü?
·Avrupa Birliği ve Kıbrıs Konusu
·Internet mi, İnternet mi?
·DİLDE, FİKİRDE, İŞTE BİRLİK (Gaspıralı ve Türkistan)
·İSMAİL GASPIRALI'NIN FİKİRLERİ
·Türkler ve İslamiyet
·Alparslan Türkeş'in Din Anlayışı ve İslama Bakışı
·Gök Tanrı
·Şamanizm Meselesi
·Ruhban Okulu neden açılmamalı?
·Ruhban Okulu
·Çanakkale Savaşları
·Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik
· Sovyetler Birliği’nin Çöküşü ve Yeni Rusya Çeçen Mücadelesi
·Türkçenin Anadil Olarak Dünyadaki Yeri
·Masonların Kirli İşleri
·Gümrük birliği mi; sömürge antlaşması mı?
·17 Ağustos 1999 Depremi ve gizlenen gerçekler

alt1 alt1
alt1

alt1 alt1
alt1

alt1

Önceki Yazıları
Yazar ile iletişime geç



CİĞERİ YANAN BİR İNSANIN FERYADI -2-

 
Yarım Beyinliler Yarım Gönüllüler  Ve Yarım Niyetliler..
 
Biliyor musunuz, bu millet, bu aziz TÜRK milleti,bu yarım beyinli, yarım gönüllü ve yarım niyetli aydınlardan  çok çekti  çok!. Bu  insanlar, aydın geçinen, dindarlık taslayan bu zavallılar, su borularımızı tıkayan paçavra olmaktan başka bir işe yaramamışlardır.. Beyni yarım, kalbi yarım, niyeti yarım tek kelime ile hayatı yarım olan bu kişileri,  daha fazla zaman kaybetmeden eğitim sahalarından, irşat alanlarından, camii minberlerinden, Mekke ve Medine yollarından,   teşkilat,  tarikat ve cemaat vitrinlerinden ve gazete köşelerinden mutlaka çekmeliyiz! Bunların tuttuğu kalem, okudukları kitap, yazdıkları yazı, kıldırdıkları namaz ve söyledikleri söz,  bir gün gelecek  bu talihsiz insanları RABBÜLALEMİN olan ALLA(cc)’a şikayet edeceklerdir.  !Üç yüz yıldır devam ede gelen felaketimizin başlıca müsebbibi bu yarım eğitimciler, yarım hocalar, yarım dokturlar,  yarım yazarlar, yarım  hukukçular ve yarım siyasetçiler, olmuştur. 
 Neymiş, aydınmış..TÜRK münevveriymiş..Sevsinler..! O, her şeyi biliyormuş!..Ya öyle mi?..Kimse kusura bakmasın; BİZ SEKİZ KİŞİYİZ; BİRBİRİMİZİ ÇOK İYİ TANIR VE DE BİLİRİZ! Geçin bunları..Geçin... Yüzlerce kitap bitirmeden,on  binlerce saat tefekkür etmeden; .Günde beş kez alnı secdeye koymadan..belki yarım aydın olabilesiniz; fakat TÜRK münevveri olmak ise  asla!!. Sizin ve sizin gibi beyni yarım, kalbi yarım, niyeti yarım olanların yapacağı,  yapabileceğiniz  bir şey var:. BAŞA DÖNMEK, HER ŞEYE YENİDEN, YENİ BAŞTAN BAŞLAMAK...Çünkü hiçbir konuda yeterli  bilginiz, kafi derecede sevginiz, aşkınız, sevdanız.. yok! Ondan bir parça, BUNDAN bir parça,  çalıp çırpmakla TÜRK münevveri asla olamazsınız!.Hayır, olamadınız!..Bu gidişle de olamayacaksınız!!
 
Dinlememe, Başkasının Söz ve Sohbetine Değer Vermeme....Hastalığı.
 
Dini cephede özellikle de  birtakım tarikat ve cemaatlar arasında  çok daha yaygındır bu  ölümcül hastalık.  Yani dinlememe, muhatabına değer vermeme, konuşmacının yüzüne bakmama, kendini herkesten farklı ve her bir Müslüman’dan üstün görme...
Üzgünüm, bize, bizimkilere de bulaştı bu hastalık...Adam,  Konuşuyor konuşuyor...ama  dişe gelecek, kalbe dokunacak, beyne bir şeyler bırakacak  herhangi bir şey söylemiyor. Yazıyor yazıyor.. durmadan, dinlenmeden yazıyor.....Fakat  kendini tatmin etmekten  etrafa   çaka  satmaktan  ve okuyanın , dinleyenin  beynini yormaktan, kalbini acıtmaktan    başka bir  şey  yaptığı yok.
Adları okur-yazar, bazıları akademik unvanda taşıyor; fakat ciddi olarak(düşünerek) okuyup yazdıkları bir şey yok. Ne yazığı, ne söylediği anlaşılmıyor. “ gözükmek için, pot kırma riskine aldırmadan, her sahada söz sahibi olduğunu ima etmekten zevk alıyor. Birkaç yabancı terimle süslenmiş muğlak ve müphem tabirlerin, insicamdan mahrum birtakım felsefi ifadelerin onları “aydın” göstermeye yeterli olduğu zannediliyor. Halbuki asıl meziyet yediden yetmişe,  her daldan her bir tahsil ve kültürden ve kısaca   herkes tarafından  anlaşılır olmaktır Marifet,   meseleleri bulanık, çetrefilli  takdim etmek değil, çoğunluğun anlayabileceği bir üslup kullanmaktır..ANLAŞILMAMA, MUĞLAKLIK, BİR ÇEŞİT  RUH HASTALIĞIDIR. RUHU KARARAN VE KARMAKARIŞIK HALE GELEN İNSANLAR AÇIK NET BEYANLARDA BULUNMAZLAR. BUNLARIN HALİ, BAZI DOKTORLARIN REÇETE YAZARKEN İLAÇ İSİMLERİNİ “GEÇİŞTİRMELERİNE” BENZİYOR. İLAÇLARIN UZUN VE KARIŞIK İSİMLERİNİ EZBERLEYEMEYEN BAZI HEKİMLERİN YAZILARININ BU YÜZDEN MEŞHUR OLDUĞU SÖYLENİTYOR.(İşin hakkını veren uzman hekimlerimize sözümüz yok.). Demek ki bilen insan, bilgiçlik taslamak için müphem ve yaldızlı rötuşlara tevessüle tenezzül etmiyor”
Evet,  TÜRK aydını, Milliyetçi aydın, KONUŞTUĞU GİBİ YAZAR VE YAZDIĞI GİBİ DE KONUŞUR...
 
Aşksız Olmaz!!
 
Bunu neden anlamıyor, anlamak istemiyorlar?
Tamtakır bir kalple, sevgisiz, aşksız..bir gönülle, çer çöple dolu bir beyinle, ne insancılık yapılabilir ve  ne İslamcılık!.. Türkçülük de yapılmaz,  Ülkücülük de !...Yapılsa yapılsa belki odunculuk, kömürcülük, samancılık yapılır....(Bilhassa “çiçekçilik” demedim! Bilgisiz, sevgisiz, ilgisiz..çiçekçilik yapmak, evde , bağda- bahçede..çiçek yetiştirmek de  mümkün değil asla! )
Akıl Az-Çok İnsan dışındaki Canlılarda da var!
 
Bunu herkes bilir, az çok akıl insan dışında kalan canlılarda da var. Onlarda bulunmayan  şey;:GÖNÜLDÜR, KALPTİR , YÜREKTİR.. Ve bunların buram buram yanıp tutuşmasından  ortaya çıkan AŞKTIR, SEVDADIR...
Bu güzel huylara ve bu mübarek hasletlere sahip olmak için,  beyin zenginliği yetmez, yetmiyor; gönül-yürek-de olabildiğince dolu olmalıdır. Evet, “AŞK”tan söz ediyoruz. Kalp  aşkından...Orası yanmadan, YARATAN’TAN ÖTÜRÜ, YARATILMIŞLARA SEVDALANMADAN bırakın insana hizmeti, insan beynini, insan beynini imar, o  insanın  yüreğini inşa etmeyi( vallahi derim); dağ bekçisi, orman hizmetçisi; fidan dikicisi, çiçek büyütücüsü...  olmak  olabilmek  dahi mümkün değildir. Çünkü şu  yeryüzünde sevgiye, bilgiye, ilgiye.. ihtiyacı olmayan -canlı-cansız- hiçbir şey yok.
 
Niçin Hep Başkasına Konuşuyorsunuz?
 
Bir de sen,  devamlı   ikinci, üçüncü...kişilere  konuşuyor ve  sürekli  başkalarının iç dünyasını tamir(!)etmeye çalışıyorsun. Ne kadar iyi olurdu, biraz da kendine konuşsan, kendine yazsan ve kendi, kendini ikaz edip yıkılmış beynini, dağılmış kalbini imar edip, inşa etsen!  Senin ağzından çıkan  şeylere, kaleme aldığın gerçeklere,  başkalarının ihtiyacı var bunu  anladık;  peki senin ihtiyacın yok mu? Arada-sırada,  başını iki elin arasına alsan; ve kendine, ey ademoğlu! yıllardan beri hep yabancılara ve mütemadiyen ikinci, üçüncü...şahıslara yazıyor ve o  insanlara  konuşuyorsun. Bir kez olsun bu sohbeti kendimle yapacağım, şu yazdığım  makaleyi de  kendim, ben okuyacağım demedin1 Dedin mi?? Evet, bunları bir kez olsun yapmadın...  Kendi kendine yazmadın, kendi kendinle konuşmadın, kendi kendinle tartışmadın ..Kendi  kendini eleştirmedin...Evet, doğru, yazdığın, kaleme aldığın o  güzel şeylere, konuştuğun, vermeye  çalıştığın şu gerçeklere muhatapların ihtiyacı vardı, fakat sen,( yazanın)(Not: “Yazar” ile yazanı, yazıcıyı birbirine karıştırmamak lazım.Bunlar birbirinden  ayrı iki kavramdır  (S.T.)  onlardan o insanlardan  yani,  okuyucu ve dinleyicilerinden çok daha fazla muhtaçtın.. Hayır, bunu hiç yapmadın...
Biliyor musunuz, bu tarz, böyle bir düşünce,  (Başkalarına  telkin; bana gelsin salkım) mantığı, sözde aydınların MÜNEVVER noktasına çıkmalarına mani olmuştur.
 
Adam   gazetenin birinde  yazı yazıyor. Hayır aslında yazmıyor; okuyucunun kafasını ve kalbini ütülüyor  ve böylece   “ben”ini , şehvet ve menfaat yüklü nefsini  tatmin ediyor. Çünkü, ne dediği, ne  söylemek istediği, neyi anlatmak istediğini bilmiyor. Bir cümle içinde, yeryüzünde  ne kadar yabancı dil varsa onları peş peşe  sıralıyor. Aralarına ise tek tük Türkçe kelime koyuyor.Haydi, gelin de anlayınız bakalım...Uzun mu uzun bir cümle..Yabancı sözcüklerle tıka-basa dolu.. Sonuna geldiğinizde, cümlenin  başını çoktan unutmuş oluyorsunuz. Zaten de doğru dürüst anlayamamıştınız.  ALLAH’ım bu adam ne diyor, ne yapmak istiyor diye,  kendi kendinize  sorup duruyorsunuz...Belli ki, kendisi de ,bay  yazıcı da  ne dediğini, ne söylemek istediğini anlamıyor. Evet, anlamadan, içine beynine, kalbine sindirmeden  yazıyor.. Hayır! Yazmıyor, TÜRK beyinlerine adeta t....r.-  i..a  ediyor...
Bunlardan biri için, Mülkiye Amiri olan bir yakınımız,” Eğer  falancı yazarı tanıyorsanız, ne olur kendisine söyleyin; yazdıklarını ne yapsak, ne etsek bir türlü anlayamıyoruz. Neden böyle yapıyor. Niçin anlaşılmayan yazılar kaleme alıyor? Biz bulmaca mı çözeceğiz, yoksa makale mi okuyacağız?” diyor.
Yazar efendiye,   bunun yanlış olduğunu,  köşesinde intişar eden  yazısını  anlayamadığınızı,  anlaşılmadığını,  ve herkesin anladığı şekilde, Türkçe kelimeler kullanarak  kaleme almasının çok daha doğru olacağını   bildiriyorsunuz. Köpürüyor...Hakaret ediyor...Lügatler ne güne duruyor  diyor.. Ah bir bilseniz neler neler  diyor ve ne hakaretler ediyor.  Adam aydın yahu...Siz kim oluyorsunuz, ona onun şaheser eserine  laf ediyorsunuz. Muhatabınızın,  hiç beklemediğiniz bu saldırısı karşısında diliniz damağınıza yapışıyor; tansiyonunuzun kat sayısı, birden  yirmilere fırlıyor. Ne diyeceğinizi, ne söyleyeceğinizi bilemiyorsunuz! Çünkü adam,üzerinize  dozer gibi geliyor. Halbuki siz, bu uyarı görevinizi yaparken mayın tarlasında olduğunuzu çok iyi biliyor ve bu hatırlatmayı oradan mayınlarla dolu alandan yapmaya çalışmıştınız. Oysa bu insanların kalemlerinin hemen  yanı başında mutlaka bir kazma, ve bir de nacak  bulunmaktadır. Saldırmak, kavga etmek  tepelemek için adeta canlı aramaktadırlar. Yazarmış..Anlamadım ne?  Yazar mı imiş dediniz? Yok azizim yok..Bunlara ,  affedersiniz,  kalemlerini asit, bilgisayarlarını  kuyu  olarak kullanan bu kimselere  kazmacı, kürekçi demek çok daha uygun düşmektedir.  Bunlarla,  karanlık aydınlarla  cahil cühela yazar-çizerlerle  (Küçük bir not: Cahil: Beyni bilgisiz, kalbi sevgisiz ve midesi dengesiz (aynı zamanda da haram) şeylerle  beslenmiş insan demektir(S.T.)    taş ocağı  işletmek, kireç üretmek  bile mümkün değil!....
[--pagebreak--]
 
İşimiz Zor Ali Bey...
 
İşimiz bu vatan topraklarında hakikaten de çok çok zor!!!
 
Anlatılır:  bir zamanlar, Hacı bayram Camiinde,(Ankara)M. Kemal Atatürk,  vaizin  konuşmasını  dinlerken, yanında  bulunan  Kılıç Ali Paşaya:”İŞİMİZ  ZOR ALİ BEY, İŞİMİZ GERÇEKTEN DE   ÇOK  ZOR!! MUKADDES DİNİMİZ İSLAM’I  NE KADAR DA YANLIŞ ANLATIYOR  ADAM. Demiş.
Ne diyelim, ne söyleyelim...Yüce HALIK yardımcımız olsun.
 
Yazarmış..Eğitimciymiş...Doktormuş..Avukatmış...
 
 
Ne olursan ol kardeşim!! Önemli değil...! Hele sen bir önce İNSAN(gibi)ol!!
Nedir bu gurur, kibir, kendini beğenme...yukardan bakma...
İn aşağı.!..Kendine gel!.. İki bacaklı talihsiz h....n!!
Çağdaş ülkelerde, Hıristiyan doktorlar, bir şey sorup;  kendilerine yardımcı olmaları için, hastalarının gözlerinin içine bakıyorlar.  Bir soruya dokuz türlü cevap veriyorlar. Ya sen, ya siz...Hastanın yüzüne bakmamak ve  gözlerini görmemek için bin bir dereden bin bir su getiriyorsunuz! Bay doktor....Özel muayenehanenizde ise,  çaresiz vatandaşımızın etrafında pervane gibi dönüyorsunuz! İnsanlık bunun neresinde? Yakışıyor mu, sizin gibi kelli-felli bir tıp mensubuna?...Şunu çok iyi bilin,sizin adınıza  kendimizden ve insanlığımızdan  utanıyoruz. Bunlar kendilerini bilirler.  Sözümüz, verdiği  taahhüdü,  yaptığı yemini unutanlar içindir.
 
Hastayı Yüzde Elli Si hata Kavuşturan Doktorun Davranışıdır.
 
Biz çok iyi biliyoruz ki, hastayı iyileştiren, sağlığına kavuşturan yüzde elli ilaç ise; geriye kalanı yüzde elli de doktorun davranış şeklidir.. sesidir...nefesidir...bakışıdır, duruşudur ,  duyuşudur...Ve bir de giyim-kuşamıdır...
Aynı şey, din adamları için de geçerlidir...
Tebliğ kavramı, iki kısımdır. Biri, “ kal” ile yapılanıdır ve diğeri de” hal” ile... Hal, dile destek vermediği,  dilin söylediğini , lisanın anlattığını  teyit etmediği müddetçe, konuşmalar afakidir. İster siz bunun adına tebliğ deyin isterseniz vaaz nasihat...Beyinlerin fethinde, gönüllerin ihyasında mutlaka ama mutlaka HAL ile KAL bir arada verilmelidir. Bir diğer ifade ile, dil ile beyinler, hal, hareket..ile de yürekler beslenilmelidir!
Bir genç imam, kırk yıl aynı camide  hizmet ettikten sonra, emekli olmuş bir yaşlı din adamına soruyor: Bunca yıl aynı  camide hizmet edip emekli oluşunuzun sırrını merak ediyorum.  Nasıl yaptınız da bu kadar  uzun yılları aynı camide geçirebildiniz?
Lütfen şu din görevlisinin, Peygamber varisinin(?!) cevabına bakınız:”İnsanlar selam verdi, alır-almaz  oradan ayrıldım; merhaba dediler, nasılsınız demeye kalmadım. Yetmişlik zavallı bu sözleriyle camii cemaatıyla resmi olduğunu, o insanlarla samimiyet kurmadığını ve mesafeli hareket ettiğini  anlatmaya çalışıyordu. Düşünün   Bu, adam Din Görevlisi...Nebiler varisi...Peygamberler vekili....Arkasında ALLAH’a secde eden  insanlardan  kaçıyor...Kalplerini, yüreklerini ilim, irfanla beslemek mecburiyetinde olduğu   Müslümanlarla haşir neşir olmaktan korkuyor..Müminin selamını almasına alıyor bu nezaketi, bunca zarafeti  hele şükür ki  gösteriyor; fakat merhaba, nasılsını  demiyor, diyemiyor...Hüsnü  zannını, samimiyetini aşındıracaklarından korkuyor...Çünkü biliyor ki “ortayı” koruyamayacak!  Yeterli ne beyin sermayesi var ve ne de gönül...Bunun için ya kuyunun dibine iniyor veya minarenin ucuna çıkıyor... resmiyetle samimiyeti bir birine karıştırıyor...Bunları yerli yerince kullanacak sermayesi yok! Kaçmayıp ta ne yapacak!! Ya kaçıyor veyahut ta gelene ağam, gidene paşam diyor... ve devam ediyor..
Ondan sonra da kalkıyor,  ben falancı  yerde, falan okulda, falan camide, falan dairede  şu kadar yıl kaldım ve yer değiştirmeden emekli oldum diye de utanmadan-sıkılmadan övünüyor.
İzin verin, o meşhur sözü burada bir kez daha tekrar edeceğim:İŞİMİZ ZOR ALİ BEY İŞİMİZ GERÇEKTEN DE ÇOK ÇOK ZOR!!!
Doktor öyle...İmam öyle....Öğretmen öyle..Avukat öyle..Bürokrat, siyaset adama öyle...Çünkü “DÜZEN” böyle... Düzen; insani, medeni, ahlaki, edebi ...değil! Böyle bir sistemde başka türlü hareket etmek, “FITRATA UYGUN” yaşamak çok zor. Belki de hiç mümkün değil!
Yaşayanlar, yaşamaya çalışanlar yok mu? Elbette ki var. Ama çok az. Onlar da bin bir çeşit- maddi ve manevi- hastalıklar, sıkıntılar içinde kıvranıp duruyorlar..
Hiçbir kimse, REJİMLE , DÜZENİ lütfen birbirine karıştırmasın! Maalesef bunu, kuş beyinliler yapıyorlar. Oysa, b u milletin  problemi  rejimle değil; düzele, içinde bulunduğumuz sistemle...
Cumhuriyet, Demokrasi ve Laiklik insanlığın asırlardır aradığı ve son yüz yılın başlarında bulduğu  bir idare şeklidir. Bunlar tabii ki insanidir...Fakat yetmiyor. Her şeyden önce insanın insan olması lazım.. Çok söylendi, defalarca yazıldı. Yeri gelmişken, bir defa daha ifade edelim:MESLELERİN MESELESİ, İNSAN MESELESİDİR. İNSAN MESELESİNİ HALLETMEDEN HİÇ BİR MESLENİZİ ÇÖZEMEZSİNİZ! İNSAN MESLESİ İSE; EĞİTİM MESLESİDİR. EĞİTİM: BEYNİ İLİMLE, KALBİ SEVGİYLE, MİDEYİ DE DENGELİ ŞEKİLDE BESLEMEKTİR. Bunu yapmamış, insanlarınızın bu üç mekanını “FITRATA UYGUN” şekilde beslememiş, doyurmamış  iseniz, suç  günah sizindir. Rejimin değil asla!!
Bu rejimle, Almanlar,ülkelerinde dünyanın en güzel, en mükemmel düzenini kurmuşlar. Evet, kim ne derse desin;(diyenler, çağdaş ülkeleri kötüleyenler, kıskandıkları için yapıyorlar bunu) Sadece Almanya da değil;bilumum çağdaş ülke insanları, büyük oranda ilahi  ölçülere(Ne adına,niçin? Diye sormayınız! Niyetlerinin ne olduğunu, ben nereden bileceğim. Hem benim işim değil ki o insanların niyetlerini okumak) uygun bir hayat yaşamaktadırlar. Bu, İslam memleketlerinde ise, yüzde  yirmilerde dolaşıyor. Üzgünüm...Bunları, bu sözleri, utanarak  yazıyor;  bu gibi mukayeseleri kahrolarak yapıyorum.Acı ama, maalesef gerçek....
Merhum, M.Akif’in,  o gün söyledikleri aynen vaki idi; bugün bizim dediklerimiz de aynısıyla sabit. İŞLERİ, BİZİM DİNİMİZ KADAR SAĞLAM; DİNLERİ İSE, BİZİM İŞLERİMİZ KADAR ÇÜRÜK!..
[--pagebreak--]
 
Yarabbi!  Nedir Bizim Günahımız?
 
Sanki bulunmaz bir meta adam.. ..ALLAH ALLLAH..Bu ne gurur..bu ne kibir...Belli ki içi-yüreği- hiç yanmamış.. Gözleri bir damlacık yaş akıtmamış..İnsanlar ile münasebetinde, dört  ayaklı canlılardan çok daha kapa-sapa, davranmış,  katı , sert hararet etmiş.İşin en kötü tarafı ise, bunları, insanlık, İslamlık ve Türklük adına sergilemiş...Buradan herkese   sormak istiyorum: Bu kutsal mefhumlara ve bu mukaddes davaya bundan daha büyük kötülük-zulüm-  yapılabilir miydi?
Dışımızdaki insanlardan, ŞUNLARDA MI, DİNDAR? BUNLAR DA MI HACI, HOCA? ŞUNLAR DA MI.,  ÜLKÜCÜ?..Şuradakiler de mi,  OCU-BUCU?.. BUNLARDA  MI...BUNLAR DA MI?  sözünü duymaktan, suallerine cevap vermekten; YOL ile YOLCUYU; MÜSLÜMAN ile İSLAMİYETİ; HACI ile HACCI; ÜLKÜCÜ ile ÜLKÜYÜ; TÜRK ile TÜRKLÜĞÜ... birbirlerine karıştırmayınız; YOL başka YOLCU başka. KAVRAM başka MENSUP olmak başka.demekten, bazen dakikalarca, bazen saatlerce ve hatta bazen de  günlerce izah etmekten artık  bıktık,  usandık, yorulduk...tükendik...
 
ALLAH...ALLAH...
 
Yıllar boyu, kutsal hareketimizden birinci ikinci.üçüncü .derecede sorumlu olan dostlarımıza    ne kadar k rica ettik,  istirhamda  bulunduk.Dedik, ne olur;  Türk’ün ezel ve ebet davasını beyniyle, kalbiyle, hal ve hareketiyle, söz ve sohbetiyle. Giyim ve kuşamıyla .temsil etmekten uzak   insanlara, “HAREKETİN VİTRİNDE” yer vermeyiniz! Onları,öylelerini  idareci, yönetici, teşkilat sorumlusu  yapmayınız!...Çünkü bu insanlar, bir veriyorlar, on geri alıyorlar... Bir  yeri tamir ederken,, on yeri birden yıkıyorlar. Yılların birikimini, bir anda yerle bir ediyorlar...Her defasında, yeniden,  yeni baştan başlamak mecburiyetinde kalıyoruz.  Onlarca yıldan beri, TÜRK beyinlerinde oluşturmaya çalıştığımız müspet kavramların   yerini birtakım menfi düşünceler alıyor.. Ama anlatamadık..dinletemedik..Sanki duvar oldular.. Her ne hikmetse, Yeterli  HASSASİYETİ göstermediler.
Sorumlu mercilerden birinde bulunan dostumuza, falan ülkede kutsal dava adına  şöyle şöye birtakım yanlışlar yapılmaktadır.  Biz  size orada olan bitenleri  bir rapor halinde sunmak istiyoruz..Ne dersiniz?  diyoruz.
Muhatabımızın ağzını bıçak açmıyor...Çıt yok...Oysa biz, nasıl olur, doğru mu bunlar, bunları kim yapıyor...  deyip ayağa  kalkacağını, yüzünün solup, elerinin titreyeceğini   beklerken, sanki hiçbir şey olmamış gibi hareket etmeleri,  o günde, bizi dehşete düşürmüştü, bugün de...
Bu kadar ketum ve  bu derece  duyarsız  nasıl olabilir  İNSAN!!
Daha sonra ne mi oldu? Olanlar oldu....Bizim seneler boyunca, iğne ile kazdığım  kuyular, yerle bir edildi. On yıl geriye gittik....Eğer önceden verilen haberler, söylenmeye çalışılan gerçekler, gala alınmış, hassasiyet gösterilmiş olsaydı,  ihlaslı TÜRK çocukları, bir defa daha bazı alçakların diyet Borcunu ödemek zorunda kalmamış olurlardı.  Büyük insan olmak  ve birtakım büyük makamlara tırmanmak için; illa vurdumduymaz mı, olmak lazım?? Yoksa, hassasiyeti yok etmeden, yürek duygularını silip süpürmeden büyük insan”YAVUZ” olmak mümkün değil mi??Bize göre, TÜRK-  Devlet Adamı, beyniyle  YAVUZ, kalbiyle YUNUS olmalıdır!!
Var mı? Mutlaka vardır! Bulmak zorundayız! Eğer yoksa, yetiştirmek mecburiyetimiz var.Düzene rağmen mi? Evet, evet..Her şeye rağmen ve dizene de rağmen....Büyük beyinli, temiz  yürekli ve sağlam fizikli insan-dava adamı- yetiştirmekten başka çaremiz yok!!
 
Vitrine Neden Özellik Sahibi,  Meziyetli İnsanlar Çıkarılmaz??
.
Yok mu, insani ve İslam’ı özellikler  taşıyan ; Türk’ü Türk yapan nitelikleri sinesinde bulunduran  kişileri bulamıyor musunuz? Olabilir...Önce arayacaksınız...Hayır, aramıyorsunuz....Genellikle tercihinizi,  cebi dolu,  çevresi ve dili kalabalık biraz da kaba-katı, sert   olanlar üzerinde  kullanıyorsunuz. İşte bu çok yanlış...Ve  günah...
Diyelim ki, aradığınız  vasıfları üzerinde taşıyan ve teşkilatçılık yapmaya elverişli birini bulamıyorsunuz.
Ben,  arayıp,  sorup soruştuktan  sonra  DAVA yı her yerde, herkese karşı temsil edecek ve çevresinde örnek olacak  kişilerin bulunabileceğinde ısrarlıyım.
Vatan içinde bu işlerin nasıl, ne şekilde yapıldığını pek iyi bilmiyorum,  bilemiyorum. Ama yurt dışında  dernek ve teşkilat işlerinin nasıl yürüdüğünü ve yöneticileri seçerken hangi kıstasların kullandığını  çok iyi bildiğimi tahmin ediyorum..
Oralarda, umumiyetle vitrindeki insanlar kolay kolay  değişmez, değiştirilmez. Adam  yıllardır Bölge başkanıdır, dernek yöneticisidir. Veya  Federasyon idare  heyetindedir. Yorulmuştur..Eskimiştir..tükenmiştir..Buna  bağlı olsa gerek,  dava arkadaşlarının gözünde, gönlünde büyük oranda  yıpranmıştır..  Aşınmıştır. Yıllardır  aynı yüzleri  görmekten ve aynı kişilerle   muhatap olmaktan usanmışlardır.
 
Böyle de olsa,  bu kadarı yeter ; ben nöbetimi artık bir başka arkadaşıma  devretmek istiyorum.  demez, bir türlü  diyemez...Dese de, isteği kolay kolay kabul edilmez Bir iki yıl daha devam etmesi için kendisine ısrar edilir.
Mazeret bellidir:Bu işleri yapacak, davayı burada, bu şehirde yaşatacak  daha iyisini bulamıyoruz.
 
Niçin Bulamıyorsunuz?
 
St.Etienne’de(Fransa) 3500 Türk yaşıyor. Bu insanların içinde, Türklerin bağrında, gökteki melekleri imrendirecek  kalitede ;   edepli,terbiyeli, önyargısız, kişilik sahibi, çalışkan ve dürüst  insanlar var.Tabii ki var. Niçin olmasın??..Kim  ne derse desin; halen benim milletim; YERYÜZÜNÜN EN ASİL, EN AZİZ VE EN BEREKETLİ İNSANLDIR!. “Bu, dün öyleydi.. Bugün maalesef kalmadı.” dediğinizi duyar gibiyim.Kim demiş... Bugün de öyle.. TÜRK milleti, ruhundaki üstün   özellikleri ebediyete  taşıyacaktır.  Atalarımız; GÖL YERİ SUSUZ KALMAZ” demişler. Bu vatan toprakları ne dün susuz kaldı ne bugün..Evvel ALLAH yarınlarda da kalmayacaktır.
 
Niçin Vasıflı İnsanlar Bulmuyorsunuz?
 
Zaman zaman  arkadaşlarımıza, dostlar, niçin biraz önce özeliklerinden bahsettiğimiz insanları, bulup başkan ve yönetici yapmıyorsunuz? diye sorarız. ( Bu sözlerimiz, yalnız  ismi geçen şehirdeki teşkilatımız için geçerli  değildir.  Paris,  Amsterdam,  Frankfurt , Bürüksel, Viyana... ve   kısaca  TÜRK Federasyonları’nın bulunduğu,   tüm ülkelerde ve bu ülkelerde hizmet veren bütün Ülkücü dernek ve teşkilatlarımız   için de geçerlidir).
 
Yurt İçinde ve Yurt Dışında Faaliyet Gösteren Bütün  Teşkilatlarımızda(Özellikle de “ÜLKÜ OCAKLAINDA” Mutlaka, (ama mutlaka!!..) Yeni Bir  Değişikliğe  Gitmek Şart!!!
 
Evet evet, daha fazla zaman kaybetmeden,  bunu  gerçekleştirmek zorundayız!  Teşkilatlara yeniden, yenibaştan  mutlaka   çekidüzen vermek lazım. 
Siz isterseniz buna, yerinde ve zamanında yapılması farz olan bir BEYİN ve YÜREK” inkılabı da diyebilirsiniz!
Yüz milyarlar   harcanarak  satın alınmış veya   tamir edilmiş o güzelim binalarda, o muhteşem mekanlarda  en fazla yüzde yirmi  kapasite ile hizmet verilmektedir...Yazık değil mi,  bunca  paralara?  Bu binalara  harcanan  paracıklar kolay mı kazanıldı.?? Öyle anlar olmuştur ki, arkadaşlarımızın,  çalıştıkları fabrikada,  kartlarını  dakikası dakikasına  basabilmek için,  oturdukları  binanın merdiveninden  inerken  yuvarlandıklarını görmüşüzdür. .Hatta bir defasında,   bir değerli kardeşimizin,  böyle bir kaza anında kolu kırılmıştı. Çünkü üç- beş dakika geciktiğinde, başına nelerin geleceğini çok iyi biliyor... Kolay mı yaban ellerde, Hıristiyan ülkelerinde  para kazanmak, başarılı olmak....Hele bizim gibi, fikren, ruhen ve beden zayıf insanlar için... Adamların, yabancıların  bedenleri sağlam; buna bağlı olarak ruhları da sıhhatli... Sağlam kafa, sağlam ruh, ancak sağlam, sıhhatli  bir vücutta bulunmaktadır. Bu itibarla yorulmanın,  erinmenin.üşenmenin.ne olduğunu bilmiyorlar. Onlarla bir arada çalışan bizim insanlarımızın durumunu lütfen bir düşününüz!  Biz gördük,  bildiğiniz gibi değil; çok  zorlanıyorlar çok.. İşte Avrupa ülkelerinde çalışan insanlarımızın sık sık iş değiştirmelerinin sebebi(belki tek sebebi değil; en önemli sebebi) budur...Güçlüksüz, dayanıksızlık...Fersizlik...Hayır”tembellik” değil! “Ne olacak tembelin biri” deyip, işi kesip atmak, burnunun ucundan başka bir yer görmeyen  kuş beyinli, karınca yürekli insanların işidir.Hayır, hayır öyle değil! İnsanın çalışkan olması, kolay kolay yorulmaması  için de hem beyninin, hem kalbinin  ve hem de fiziğinin sağlam olması şart!
Olmuyor azizim olmuyor....
Olaylara, anahtar deliğinden bakmakla, meselelere tek cepheden yaklaşmakla HAKSIZLIKTAN başka  hiçbir şey olmuyor...yapılmıyor...
 
Yaprak Kımıldamıyor....
 
Avrupa ülkelerinde, yaşayan   dava arkadaşlarımızın  içtikleri sigaradan,  çocuklarının  etinden, ekmeğinden...  artırarak “ davalarına” yardımcı olduklarını ; yabancılardan satın aldıkları eski-üskü  binaları adam etmek  içinn  gece  gündüz  nasıl canla- başla çalıştıklarını çok iyi biliyorum 
Üzgünüm, bunca fedakarlık yapılarak hizmete hazırlanan bu binalarda beklenen ve    ihtiyaç duyulan  hizmetler bir türlü gerçekleşmedi, gerçekleşmiyor. Biraz evvel ifade ettiğim gibi, yüzde yirmilik gayretlerle  bunun olması  mümkün mü?
Özellikle de Fransa’da!.. 
[--pagebreak--]
 
Sadece Fransa’mı?..
 
Bir süreden  beri, Avrupa ülkelerinde faaliyet gösteren derneklerimizde neler olup bittiğini bilemiyorum. Çünkü biz,  Almanya, Belçika ve Hollanda’dan ayrıları neredeyse altı yedi yıl oldu.  Bizden sonra neler oldu, neler    bitti  ne gibi hizmetler gerçekleşti bunu bilmiyoruz. Sağlam   kaynaklardan  aldığımız  bilgilere göre,  adı geçen ülkelerdeki  çalışmalar ,  hiç de iç açıcı değilmiş. Bir çok derneklerimiz açıldığı gibi kabanmış. Bazı teşkilatlarımız da birtakım arkadaşlarımızın benlerini-ihtiraslarını- tatmin etme adına, Türk Federasyonlarından kopmuş, başka isimler altında faaliyet yapmaya başlamışlar..
Yanlış!!!
Avrupa Türk Ülkücülerinin birlik ve beraberliğini (sebep ne olursa)olsun; parçalamak ve dolayısıyla  Türk çocuklarını birbirine düşürmek dünyanın en büyük günahıdır. Aklı başında olan hiçbir kimse, böyle bir şeye tevessül etmez, etmemelidir!!
 
Mademki merkezde yapılan işleri beğenmiyorsunuz, çok daha iyi şeyler yapmayı düşünüyor ve bu itibarla özel müessesler kuruyorsunuz. Olabilir..Buna kimsenin bir şey diyeceği  yok.. Bizi üzen ve hatta kahreden, bunları yaparken Türk Federasyonlarına bağlı hizmet veren dernekleri inhisarınıza geçirip,   teşkilat  mensubu arkadaşlarımızı iğfal  edip, Federasyona karşı  hale getirip, birbirlerine düşürmüş olmanızdır!
 
Günah Değil mi, Bu Kadar Kin ve Düşmanlığa Sebep Olmak?
 
İnsan, Federasyonlardan ayrı   başka  bir dernek kurar, kurabilir.. Bu onun-onların- tabii bir hakkıdır..Ama, üyeler  mutlaka  Ülkücülerin dışındaki  insanlardan temin edilmelidir. Affedersiniz,  katır, acıkınca, döner kuyruğunu yermiş. Biz de herhalde kinlendikçe, birbirimizin yüreğini yiyoruz. Efendiler,  ne  zamana kadar  böyle  basiretsizce- şuursuzca- hareket edeceğiz?
Bakın bulunduğunuz şehirde, yüzlerce Türk yaşıyor. Yürek çengelinizi, hizmet aşkınızı(!) niçin onlara değil de, beri taraftaki bir avuç garip ülkücüye atıyorsunuz?...Etrafta, meyhanelerde, bilmem ne hanelerde bunca yolunu şaşırmış, ipini koparmış, dini ve milli kimliğini çoktan unutmuş insanlar dururken, siz kalkıyor, askerinizi birbirinizden aşırıyorsunuz!  Olur mu ya?..
Bu insanların bir sürü  hal dertleri  varken, bir de siz (daha fazla, ve  daha iyi hizmet adına(!..) birlik ve beraberliğin; dostluk ve yürek taşlığın içine  asit akıtıyorsunuz??
Ondan sonra başlıyor dediniz, demediniz..Söylediniz, söylemediniz...dedikodular..Fitne fücurlar...Sebep kim?Birtakım  AĞABEYLER...
 
Ülkücüler Niçin Gidiyor?
 
Avrupa ülkelerinde, faaliyet gösteren  cemaat ve tarikatlarda  çok sayıda Ülkücü var. Bu insanlar bir süre, ocaklarımızda bulunuyorlar, buralarda az-çok insanlıklarını, İslamlıklarını ve Türklüklerini öğreniyorlar. Daha sonra da alıp başlarını gidiyorlar. Nereye? Ya bir cemaatın içine veya bir tarikatın dergahına.  Gittiği yerde de pek rahat durmuyor. Bulduğu  her  fırsatta, geldiği yeri eleştiriyor ve  eski dostlarını  da maalesef kötülemeyi sürdürüyor.
Sizin anlayacağınız, onu  biz buluyoruz, birtakım çöplüklerden biz çıkarıyoruz,. Üstünü-başını biz temizliyoruz; beynini, kalbini biz doyuruyoruz... Meşhur ifadesiyle,(affedersiniz) bizim bahçemizde yemleniyor, yumurta  yapmaya sıra gelince, bunu başkalarının kümesinde hallediyor.Böylece,  her yetiştirdiğimiz(kısmen de olsa) üç Ülkücüden birini mutlakla  kaybediyoruz. Veya çaldırıyoruz. Gittikleri yerde ne mi oluyor? İnanın lütfen,  güzel şeyler olmuyor. Bırakın arkadaşımızın terakki etmesini, bizim zor şartlar içinde  vermeye çalıştığımız bilgi, ilgi, sevgi.. kısa bir zaman sonra,  yerini kin ve nefrete bırakıyor. Sizin anlayacağınız müthiş bir asimle kıskacı içine düşüyor. Ne İslam şuuru kalıyor ve ne de Türklük bilinci..Kas katı..tam takır bir varlık çıkıyor ortaya.
Biz buna, Din adına,  vatan ve milletten; tarih ve devletten..uzaklaşma diyoruz. Bu tabii ki çok kötü bir şey. Ben size daha kötü olanını söylemek istiyorum: Çocuklarımızı, İslam adına, daha iyi Müslüman olma adına, insanlıktan, ve Müslümanlıktan ayırıyorlar.
Bu durum  ise, bizi gerçekten de kahrediyor. Ve, kendi kendimize sık sık soruyoruz: Ülkücüler bizi bırakıp niçin gidiyor? Neden onlarca yıl bir   arada kalamıyoruz?...
Herhalde suçlu olan  hep gidenler, arakalarına bakmadan  kaçanlar  değil! Gönderenler, bu insanları doğru dürüst  koruyamayanlar, yeteri kadar beyinlerini, kalplerini besleyemeyenler ve Ülkücü dernek ve teşkilatları cazip bir hale getiremeyenler de en az  onlar ,   ve baba ocağını terk edenler kadar   tabii ki suçludurlar.(Bunu, bu hususu,  Vatan içinde ve dışında faaliyet gösteren Ocaklarımızın içinde bulunduğu durumu,  kafi derecede anlattım. Şu ana kadar yazdıklarım 19 sayfayı buldu. Çok yoruldum...Beni mağdur görünüz....Bu konuda  bir defa daha satırbaşı açmaktan korkuyorum(S.T.)
 
Bedduaların Biri Bin Para
 
Uzun yıllar önce, Türk Federasyonundan ayrılıp, başka bir adrese  taşınanların,  arkadaşlarımızın yüreklerinde  açtıkları yaralar  halen tedavi olmuş değiller. Ülkücü  gönülleri  kanatmaya devam ediyorlar...(Değil mi can kardeşim Şen Ozan? Hiç unutmam; bir defasında  bu insanlardan bahsederken  için yanmış, yüreğin sızlamış ve göz yaşlarını tutamamıştın Özellikle birinden söz açıldığında,  “O kimse  için ben, yirmi bin mark harcadım. Bu para, yüzde doksan üç beyin özürlü oğlum Hilal’in tedavi parasıydı., O insana hakkımı asla  helal etmeyeceğim Her iki cihanda, her iki elim yakasında olacaktır. Böyle değil miydi, gönül dosttum Osman Nuri Şen Bey?.)
Yurt dışında, AB ülkelerinde, en büyük handikabımız,  zaman zaman  Türk Ülkücülerinin birbirlerine ters düşüp ayrılıp parçalanmalarıdır.  Bu, sinelerde öyle bir yara açıyor ki, dostlar sormayın gitsin.. Bu konuda, insanın işçini kurutan bir  çok kötü hatıra dinledim. Her defasında, hem anlatan canlarımız ağlamıştır ve hem de dinleyenleri ağlatmışlardır..
Yazık Değil mi?..
Günah Değil mi?..
Ayıp değil mi?...
 Bu, nice sıkıntılar içinde, hayatlarını sürdüren,  davaları için maddi ve manevi bütün imkanlarını seferber eden; gece-gündüz demeden canla-başla dernek işlerinde çalışan... bu altın kalpli Türk çocuklarına yapılır mı? Bu nasıl AĞABEYLİKTİR? BU NASIL BÜYÜKLÜKTÜR,  BÖYLE?...
Buna, İslam adına, ALLAH’ın kullarına yapılan en büyük zulüm,  denilmez de ya ne denir?
 
Ülkücü, Dünyanın En İyi Niyetli İnsanıdır!
Teşkilatlardaki laçkalıklar, kötü düşünceden, art niyetlerden  kaynaklanan şeyler değil. Teşvik ve davetin yeteri kadar yapılmamasından kaynaklanıyor.
Evet evet. Anlaşıldığı gibi, tabii ki .EĞİTİMDEN bahsediyorum.
Hayır, hayır işin içinde tabii ki  kötü niyet gibi herhangi  bir şey   yok!! Biz, 35 yıllık dava hayatımızda, kötü niyetli, art düşünceli, hain diyebileceğimiz herhangi bir(üç beş istisnanın dışında) ÜLKÜCÜ  görmedik, tanımadık... TÜRK çocuklarının  altın gibi kalpleri, sütler kadar temiz  niyetleri var...
Ama bunlar  yetmiyor....
İşte yukardan beri,  tekrar ve tekrar temas ettik, beyin dedik; kalp dedik..Sevda dedik..Dedik  de  dedik.... sayfalar dolusu yazdık, anlattık... Burada bunları, bir daha tekrarlamak istemiyoruz. Bunları,  bu kadar uzun bir çalışmayı okumanın sizleri yoracağını düşünüyorum. 
 
Fransa’da Neler Olup Bittiğini Biliyoruz....
 
Evet, Fransa’da ÜLKÜCÜ hareketin  yaptığı işleri,, gösterdiği faaliyetleri çok iyi bildiğimizi  söyleyebiliriz.. Çünkü,  geçen yıl,  bu ülkede faaliyette olan, hizmet veren  derneklerimizin tamamına gittik, gördük... Lütfen, bize inanın, buralarda  yıllar önce açılmış, hizmete sokulmuş olan ocaklarımızda, yaprak kımıldamıyor. Bilmiyorum sebebini, arkadaşlarımızın, fevkalade   yorgun- argın olduklarını gördük. İlgisizlik, sevgisizlik  hat safhada... Nerede o eski heyecanlar..Eski sevdalar.... Onlardan, o eski günlerden  eser kalmamış... Ülkücülerin  üzerine, sanki ölü toprağı serpilmiş..Yılgınlık, birbirleri arasında  devam eden  kırgınlık.. Kopmalar, ayrılmalar ve  küsmeler....almış başını gitmiş.
Çok küçük bir örnek:Bir dernek başkanımıza, rica ediyor ve diyoruz ki,” Ne olur, zemin hazırlayın., hafta sonu,  arkadaşlarımızı bir araya  getirin.. Gelelim, şöyle derinliğine ve genişliğine onlarla  uzun bir sohbet yapalım..”..  Arkadaşımızın  verdiği cevap: Buyurun,başımızın üstünde yeriniz var; istediğiniz zaman gelebilirsiniz. Yemek yer, çay içeriz...oluyor. Eğitim mi, bilgilenmek mi, beyinler ve kalpler arası verip almak mı,en az mide kadar yukarıları da doyurmak mı, adamın lugatında böyle bir şey yok! Yemek yemek..çay içmek...kakaka..kikiki..devam...
Yahu, dedik ya!! Kaç defa söyleyeceğiz: YÜREK YANMADAN, KALKPLER TUTUŞMADAN... OLMAZ...!!OLMUYOR İŞTE...! GÖRMÜYOR MUSUNUZ???
İte-kaka olmaz ki bu işler...İçten gelecek, yüreklerden çıkacak.. Sorumluluk hissedilecek, insan sevgisi,  insana faydalı olma aşkı gönülleri silip süpürecek...
Evet evet..aynen öyle; BU BİR KADRO, BU BİR KALİTE BU BİR SEVDA  İŞİ....YÜZLERİNİ TIRAŞ  BİLE  ETMEYENLERLE, ÜZERLERİNE DOĞRU DÜRÜST BİR ELBİSE,  TEMİZ PAK BİR AYAYAKKABI  GİYMEYENLELRLE; AYDA BİR KİTAP, GÜNDE BİR KAÇ GAZETE MAKALESİ OKUMAYAN KİŞİLERLE VE CUMADAN CUMAYA BİLE ALLAH’IN HUZURUNA ÇIKIP O’NUNLA SOHBET ETME İHTİYACI  DUYMAYAN ZAVALLILARLA;  KENDİ SELERİNİN DIŞINDA, BAŞKA BİR SESİ,  DİNLEMEYE ZERRE KADAR TAHAMMÜLLERİ  OLMAYAN BİÇARELERLE; GECE YARILARINA KADAR AYAKTA, BİLGİSAYARDA  OYUN OYNAYANLARLA; VE DAHA SONRA DA ÖYLEYA KADAR YATAKLARINDAN KALMAYAN  İNSANLARLA  BU KUTSAL İŞLER, BU KADAR BÜYÜK VE AYNIZMANDA DA BU DENLİ  MUKADDES HİZMETLER NASIL  YAPILABİLİR???
Ne olursunuz, anlayın, dinleyin,  konuşun, cevap verin: mümkün mü?...
İşte bütün mesele bu....
 
Şekil ve Muhteva...
 
Fransa Federasyonumuz  çalışmalarına,  Paris’te devam etmektedir.Arkadaşlarımız,  Sen nehri kenarında güzel, geniş bir mekanda   hizmetlerini sürdürmektedirler. . Dostlarımızdan biri,  bu mekanda.  elli bin frank kira karşılığında oturduklarını söyledi.  Bunu duyunca, içimiz sızlamıştı, bugünde aynı ıstırabı  duyuyoruz... Bu çok büyük bir meblağ! Ay dediğin nedir ki? Hemen geliveriyor...
Arkadaşlarımızın, bu kadar geniş bir mekana aslında ihtiyaçları yok Federasyona bağlı  35 dernek var. Bu derneklerin işi,  çok daha mütevazı bir yerde yapılamaz mı? Niçin yapılmasın? Zaten,  bu teşkilatlardan yarısına yakınının irapta mahalli yok. Kuş uçmaz, kervan geçmez..Teşkilat mı teşkilat işte...Öyle zannediyorum,  bazı arkadaşlarımız, bu yerlerde  kendilerini tatmin ediyorlar..Başkanmış... Dernek yöneticisi imiş..
Eyvah çok yazık çok!!.    
Şekilperestlik...Kimde, hangi kurumda, hangi cemaat ve tarikatta, yok ki?!...Bu zalim hastalık, ne yazık ki bizi de hakimiyeti altına almıştır. Muhteva  zayıfladıkça, “İÇ DÜNYA” suyunu çektikçe, sıfırı bitirdikçe,  bu  hastalık,  vücudun bütün  önemli yerlerini,  yiyip bitiriyor.  


------------------------------
NOT: Değerli hocamızın eseri çok uzun olduğundan dolayı 3 bölüm halinde yayınlamak mecburiyetinde kaldık. Şu an 2. bölümdesiniz.
3. bölüme geçmek için buraya tıklayınız.

Ciğeri yanan bir insanın feryadı -1-
Ciğeri yanan bir insanın feryadı -2-
Ciğeri yanan bir insanın feryadı -3-









Copyright © Bozkurt NET Tüm hakları saklıdır.

Yayınlanma:: 2005-05-21 (2989 okuma)

[ Geri Dön ]
Content ©
alt1
1998-2007 Bozkurt NET
alt1
1998-2010 BOZKURT NET
--------------------------------------
Web sitemiz PHP-Nuke (© 2003) kodlarına sahiptir. PHP-Nuke GNU/GPL lisansı altında dağıtılan ücretsiz yazılımdır.
alt1